Prof. Dr. Tarık Oğuzlu (İstanbul Aydın Üniversitesi)
1 • Çin jeostratejik duruşunu değiştiriyor mu?
Geçtiğimiz senenin ekim ayında üçüncü kez Çin Komünist Partisi (ÇKP) Genel Sekreteri seçilen Şi Cinping’in, Çin ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki gerginliği yatıştırmak ve bu sayede ülkesi üzerindeki baskıları hafifletmek adına her zamankinden daha ihtiyatlı ve gerginlikten uzak duran bir dış politika izleyeceği varsayılıyordu. Amerikalı ve Çinli liderlerin geçen sene Endonezya’da gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesi’nin ardından ülkeleri arasındaki buzları eritmeye çalışacakları sıklıkla dile getiriliyordu. Fakat o günden bugüne, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın balon krizini bahane ederek Çin’e gerçekleştirmeyi planladığı geziyi iptal etmesi gibi bazı gelişmeler bu beklentilerin pek de doğru olmadığını göstermeye yetti. Bununla beraber ABD’li yöneticilerin Çin’in Rusya’ya silah yardımı yapacağını iddia etmeleri Çin’e yöneltilen eleştiri oklarını daha da keskinleştirdi.
İşte bu sıkışmışlıktan kurtulmak adına son günlerde Çin’in uluslararası siyaset sahnesinde bazı inisiyatifler aldığına şahit oluyoruz. Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşın sonlandırılması ve Orta Doğu’nun iki önemli ülkesi olan İran ve Suudi Arabistan arasında diplomatik bir yumuşama döneminin başlatılması süreçlerinde Çin’in adını çok sık duymaya başladık. ABD’yi yatıştırmak ve alttan almak yerine kendini daha görünür kılmayı hedefleyen Çin, adeta diplomatik ve ekonomik bir atağa kalkmış gibi görünüyor.
2 • Çin’in uluslararası arenada artan arabuluculuk faaliyetlerinin arkasında ne var?
Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında Çin’in öne sürdüğü 12 maddelik barış önerisi şüphesiz Batılı ülkelerin Çin üzerine koydukları stratejik baskı ile yakından alakalı. Bu baskının en önemli unsurlarından biri, Batılı ülkelerde dillendirilen Çin’in Rusya’nın savaş kapasitesini iyileştirmeye yönelik askeri yardımlar yapacağı iddiası. Biliyoruz ki Çin aslında Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bir an önce sona ermesini ve bu sürecin Çin’in küresel imajını olumsuz yönde etkilememesini istiyor çünkü Rusya’nın yanında yer almak Çin için ciddi maliyetler ortaya çıkardı. Çin’e yönelik algının özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkeleri nezdinde hızlı bir şekilde olumsuza dönmesi, Çin’in ABD ve onun Avrupalı müttefikleri arasındaki çatlağı genişletme stratejisini ve AB üyesi ülkelerle yaşadığı karşılıklı fayda esasına dayanan ekonomik işbirliğini zora sokuyor. Batı ve Rusya arasında denge kurmak Çin için her geçen gün zorlaşıyor. Çin bir yandan Rusya’nın daha fazla yıpranmamasını ve Çin’in Batı hegemonyasına karşı verdiği mücadelede yanında sağlam durmasını isterken diğer yandan da Ukrayna’nın bağımsızlık mücadelesine destek vermediği için hem Batıda hem de Küresel Güney’de eleştiri oklarının hedefi olmak istemiyor.
Maddi güç kapasitesindeki artışa paralel olarak uluslararası ihtilafların çözülmesinde sorumlu bir aktör olarak hareket ettiğini göstermeye çalışan Çin, son günlerde İran ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik anlaşma sürecinde de dikkatleri üzerine çekti. Enerji ihtiyacının neredeyse yarıya yakınını Orta Doğu ülkelerinden ithal eden Çin, geleneksel dış politika anlayışı gereği bölgesel aktörlerle karşılıklı fayda esasına dayanan ve onların iç işlerine karışmaktan imtina eden pragmatik bir yaklaşım sergiliyor. Bölgesel aktörler arasındaki anlaşmazlıklarda taraf tutmak yerine her bir aktör nezdinde sahip olduğu ekonomik gücünü onları bir araya getirmek için kullanan Çin, bu sayede stratejik çıkarlarını ciddi maliyetlerin altına girmeden daha ucuza gerçekleştirmeye çalışıyor. Ekonomik ve yumuşak gücünden kaynaklanan avantajlarını jeopolitik sonuçlar devşirmek adına kullanmaya gayret eden Çin, bu sayede küresel sorunlara kayıtsız kalmadığını ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerden çok daha fazla başarılı olabileceğini kanıtlamaya çalışıyor. ABD’nin Orta Doğu’daki geleneksel müttefiklerinden olan Suudi Arabistan ve ABD’nin kendi güvenliğine yönelmiş varoluşsal tehdit olarak tanımladığı İran, Çin’in arabuluculuğu sayesinde bir araya gelip son 7 senedir dondurdukları diplomatik ilişkileri yeniden başlatmaya karar verdiler. Bu sonucun ortaya çıkmasında her ne kadar Suudi Arabistan ve İran’ın stratejik hesaplamaları etkili olmuşsa da Çin’in bu yönde bir inisiyatif alıp kendini uluslararası arenada göstermesi dikkatleri daha fazla üzerine çekti.
3 • Bu durum Çin’in iç ve dış siyasetini nasıl etkiler?
Çin’in iç siyasetinde son aylarda yaşanan gelişmelere baktığımızda Çinli yöneticilerin Çin’in, ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından kuşatılmaya çalışıldığı gibi bir düşünceye sahip olduğu görülüyor. Çin’in yükselişini baskılamak ve geciktirmek noktasında Batılı ülkelerin uyguladıkları kararlı siyaset Çin’i karşı manevralara zorluyor. Bu iki sorunun çözümü noktasındaki faaliyetlerine ek olarak Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in son aylarda iki önemli dış politika inisiyatifini açıkladığına şahit olduk. Küresel Kalkınma İnisiyatifi ve Küresel Güvenlik İnisiyatifi çerçevesinde Çin, adeta kendi kalkınma, modernleşme ve güvenlik üretme modelini Batılı ülkelerin yaklaşımları karşısında bir alternatif olarak dünya kamuoyunun dikkatine sunuyor. Çin’in bu yöndeki çabalarının devam edeceğini öne sürmek yanlış olmaz. ÇKP Genel Sekreterliği’ne seçilmesinin ardından üçüncü kez Devlet Başkanı olarak da seçilen Şi Cinping, bir yandan ülke içinde yavaşlayan büyüme sürecini hızlandırmak ve partinin ideolojik hakimiyetini perçinlemek isterken diğer yandan da ülkesinin uluslararası arenada daha fazla taraftar ve sempatizan kazanmasını önceleyen bir politika takip ediyor. Öyle anlaşılıyor ki Çin’in ABD’yle olan gerginliği azaltmak ve Amerika’yı bir zamanlar Çin’e karşı takip ettiği liberal kapsayıcı siyasete geri döndürmek yönündeki iyimserliği giderek azalıyor. Küreselleşmenin motor ülkelerinin başında gelen Çin’in ABD’ye karşı yürüttüğü mücadeleyi ABD’nin rakipsiz olduğu askeri düzlem yerine ekonomik ve diplomatik araçlar üzerinden sürdürmeye çalışacağını öngörebiliriz. AA