Dr. Tolga Sakman
1 • Dönüşümün arka planında ne var?
Japonya’nın, İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD işgali altında hazırlanan mevcut 1947 Anayasası’nın 9’uncu maddesi, ülkenin esasen pasifist bir ulus haline geleceğini ve bir daha asla “kara, deniz veya hava kuvvetleri” kurmayacağını belirtiyordu. Bununla birlikte, ABD güçleri işgale son verdiğinde, Japonya’nın Çin ve Rusya gibi komşularından gelen bölgesel saldırılara karşı tamamen savunmasız kalacağı hemen anlaşıldı. 1950’de Kore Savaşı başladıktan bir ay sonra, ABD işgal güçleri Ulusal Polis Rezervi adı verilen 75.000 kişilik hafif silahlı fiili bir ordu oluşturdu. Japonya’nın şu anki ordusu olan Öz Savunma Gücü ise 1954’te kuruldu. Altı yıl sonra Tokyo, ABD’nin Japonya’da askeri üsler bulunduracağına ve ada ulusunu saldırılara karşı koruyacağına dair bir anlaşma imzaladı.
Pasifist Japonya’nın savunma stratejisi, topraklarında barındırdığı birden fazla ABD üssünün de etkisiyle önemli ölçüde ABD’ye bağlıydı. Fakat yaklaşık sekiz yıl iktidarda kalan (2012-2020) eski Başbakan Shinzo Abe’nin yönetimi sırasında Japonya, askeri rolünü ve bütçesini önemli ölçüde genişletti. Başbakan Abe, “proaktif pasifizm” olarak adlandırdığı güvenlik politikaları çerçevesinde anayasada öngörülen askeri kısıtlılıkları daha geniş yorumlayarak gevşetti, Öz Savunma Kuvvetleri’nde reform yaptı. 2015’te çıkarılan yasalar, Japonya’nın 70 yıl sonra ilk kez denizaşırı ülkelere asker göndermesine ve askeri operasyonlarda müttefiklere katılmasına izin verdi. Yeni yasalar Shinzo Abe tarafından “savaş açmama taahhüdünü güçlendireceği” ve “dünya barışına ve refahına katkıda bulunacağı” gerekçeleri ile savunuldu. Tüm bu münhasır güvenlik politikası geliştirme motivasyonu, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın “Önce Amerika” gündemi altında Amerikan askeri finansmanını ve yurt dışında asker konuşlandırılmasını azaltmasıyla Japonya’nın uluslararası ilişkilerdeki iddiasını artırmasını sağladı.
2 • Yeni ulusal savunma vizyonu ne gibi değişiklikler öngörüyor?
Japonya’nın yeni ulusal savunma vizyonu Aralık 2022’de yayınlanan üç stratejik belge ile şekillendirildi. Bunlar, Yeni hazırlanmış Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ile daha önce hazırlanan ama en son güncellemeleri yapılan Ulusal Savunma Strateji Belgesi ve Savunma Geliştirme Programı Belgesi.
Japonya, bu belgelerle gayri safi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 1’i civarında olan savunma harcamalarını yüzde 2’ye çıkaracağını duyurdu. Beş yıllık bir plan ile gerçekleşecek bu artış, oransal olarak NATO hedeflerine benzerliği ile dikkat çekiyor. Üstelik mevcut harcamanın bu şekilde iki katına çıkartılmasıyla Japonya, savunma bütçesine 315 milyar dolar ekleyecek ve böylece askeri harcaması ABD ve Çin’den sonra dünyanın en büyük üçüncü ülkesi olacak. Metinler, saldırı silahları edinmeyi ve genişletilmiş silahlı kuvvetleri için askeri komuta yapısını yeniden şekillendirmeyi de içeriyor.
Belgelerdeki en yüksek profilli yatırımlar, potansiyel olarak 1500-3000 kilometre uzaktan gemileri veya karaya konuşlu füzeleri vurabilecek uzun menzilli füzelerin satın alınmasına atıfta bulunan “karşı saldırı” yeteneklerine yapılan yatırımlardır. Bu, Japonya’nın birkaç yüz kilometrelik bir menzille sınırlı olan ve ağırlıklı olarak kısa menzilli savunma için tasarlanmış mevcut füze tedarikine göre önemli bir geliştirme sayılabilir. Bu tür füzeler, Japonya’ya Çin, Kuzey Kore ve Rusya gibi Asya kıtasının derinliklerindeki askeri hedefleri vurma teknik yeteneği kazandıracaktır. Bu adımın gerçekleşebilmesi için anayasadaki saldırma yasağının “Japonya’yı işgal etmeye çalışan bir düşmanın kuvvetlerini vurma” açıklamasıyla “önleyici saldırı” olarak değerlendirilerek bertaraf edildiği görülüyor.
Bu belgeler aynı zamanda diplomasi, askeri güç, ekonomik güç, teknoloji ve istihbaratın birleşik kullanımına atıfla yeni bir terim olan “Kapsamlı Ulusal Güç (CNP)”ün önemini de vurguluyor. Ayrıca Japon hükümet ağlarını ve kritik altyapıyı korumak için siber güvenliğin güçlendirilmesine vurgu yaparak gelişme yol haritalarını da belirtiyor.
3 • Yeni savunma vizyonunun bölgeye ve küresel güvenliğe etkileri neler?
Belgelere göre, Japonya kendisini İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana en şiddetli ve karmaşık güvenlik ortamının ortasında buluyor. Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin’i tartışmasız bir şekilde Japonya’nın karşı karşıya olduğu “en büyük stratejik zorluk” olarak adlandırıyor. Kuzey Kore’yi ise “Japonya’nın ulusal güvenliği için her zamankinden daha ciddi ve yakın bir tehdit” olarak tanımlıyor. Bu strateji aynı zamanda Rusya-Ukrayna savaşında Tokyo’nun güçlü duruşunun altını çiziyor.
Japonya’nın bugünkü sisteminin hamisi sayılacak ABD ile müttefik Avrupalı kuvvetlerin ortak değerleri ve öngördükleri küresel güvenlik için de tehdit olarak görülen Çin, Kuzey Kore ve Rusya’ya bu kadar yakın olan ve üçünün de hükümetleri tarafından bir tehdit veya düşman olarak algılanan Tokyo, çok sert bir stratejik ortamla karşı karşıya bulunuyor. Japonya’nın bu tehditlere karşı gücünü artırması Asyalı demokrasiler için de bir avantaj olarak görülüyor.
Dönüştürülen savunma politikaları ile ulusal güvenlik ortamında neden olunan değişim, yükselen savunma harcamaları ile artan askeri yetki ve sorumluluğu beraberinde getirecek. Bu durum içeride -az da olsa- siyasi tartışmalara neden olabilir. Daha da önemlisi Japonya’nın komşu ülkeler tarafından askeri bir güç haline geldiği ve silahlanma yarışını hızlandırdığı yönünde yanlış anlaşılmasına neden olabilir. Bu durum bir güvenlik ikileminin doğması ile önce Asya-Pasifik ve ardından da küresel güvenlik rekabetinin kızışmasına yol açabilir.
Japonya’nın söz konusu silahlanmasının mevcut küresel sistem ile demokratik değerleri koruma sorumluluğu altında ABD ve Avrupa tarafından desteklendiği söylenebilir. Buna karşın söz konusu dönüşüm sıkı sıkıya bağlı olduğu ama gittikçe daha fazla tartışılan küresel sistem için yeni bir sorun oluşturabilir. Fakat başlayan bu silahlanma sürecinin kesilmeyeceği ve Asya-Pasifik’te ekonomik ve siyasi bir güç olarak duran Japonya’nın kısa zamanda askeri bir güç olarak da yer alacağını öngörebiliriz. AA