Mehmet A. Kancı
1 • Gerginlik nereye dayanıyor?
Tayvan sorununun bugününü ve Pekin yönetiminin bu soruna yönelik reflekslerini anlamak için öncelikle 1839’dan 1949’a kadar sürdüğü kabul edilen “Ulusal Aşağılanmanın Yüz Yılı” kavramanı tanımak gerekiyor. 110 yıllık bu süreç Çin’de monarşinin yıkılarak cumhuriyetin kuruluşunu, bu esnada Japonya’nın yanı sıra Batılı emperyalist devletlerin Çin toplumunu sömürme süreçlerini betimlemekte. Çin ulusunun ve ülke kaynaklarının suistimal edildiği bu süreçte iki siyasi akım ortaya çıktı. Sun Yat-sen ve Chiang Kai-Shek liderliğindeki Çin Milliyetçi Partisi-Kuomintang (KMT) ile Çin Komünist Partisi (ÇKP) arasında 1927-1949 yılları arasında yaşanan iç savaş, Tayvan Adası ve Boğazı çevresinde bugüne kadar ulaşan krizin başlangıç noktası oldu. Kuomintang ile Çin Komünist Partisi, İkinci Dünya Savaşı esnasında Japon işgaline karşı işbirliği yapmış olsalar da 1941 yılından itibaren taraflar hem Japonlarla hem de birbirleriyle savaşmayı tercih ettiler. Bu esnada ABD, General Chiang Kai-Shek liderliğindeki milliyetçilere askeri destek verirken Çin Komünist Partisi ile de ilişki kurdu. 1945’te Japonya’nın teslim olması yeni bir mücadele başlattı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Japon askerlerinin teslim olduğu Mançurya bölgesi başta olmak üzere Çin topraklarına girerek ÇKP’ye yardım sağladı. Avrupa’da esen Soğuk Savaş rüzgarı Çin topraklarına ulaşırken, 1949’a kadar bu defa milliyetçi Çinlilerle, komünist Çinliler arasında dünyayı daha yakından ilgilendiren bir çatışma yaşandı. Bu çatışma Kuomintang’ın 7 Aralık 1949’da mağlubiyeti kabul ederek Çin ana karasını terk etmesi ve Tayvan Adası ile Boğazı’ndaki bazı küçük adacıklara çekilmesiyle son buldu. Milliyetçi Çin güçleri iç savaşı kaybetseler de 1971 yılına kadar Çin’i Birleşmiş Milletlerde temsil ettiler. Pekin yönetimi iç savaşı kazanmasına rağmen Güneydoğu Asya’daki yabancı güçleri tasfiye etmek için mücadelesini sürdürdü. 1950-1953 yıllarındaki Kore Savaşı’nda Kuzey Kore’ye, 1946-1954 Hindiçini Savaşı’nda Vietnam güçlerine doğrudan destek verdi. Pekin yönetimi bölgedeki nüfuz alanını tahkim ederken, Tayvan’ı da topraklarına katma hedefini canlı tuttu. 1954-1955’teki Birinci Tayvan Krizi ve 1958’deki İkinci Tayvan Krizi ile Çin, Milliyetçi Çin Kuvvetlerinin elindeki bazı adaları ele geçirirken, Tayvan’a destek veren ABD’ye karşı da askeri caydırıcılığını ispatladı. Çin Halk Cumhuriyeti 1972’ye kadar Tayvan’ı ABD ile ilişkilerinde sıcak bir mesele olarak tutmaya devam etti.
2 • Pasifik’te ABD’nin rolü ne?
1950’li yıllarda ABD iki temel sınama ile karşı karşıyaydı. Birincisi komünizmin küresel düzeyde mevzi kazanmasını engellemek, ikincisi SSCB’ye karşı caydırıcılıkta üstünlük kurmak. Kore Savaşı’nda geri adım atmak zorunda kalan ABD, Fransa’nın Hindiçini olarak adlandırılan ve bugünkü Laos, Tayland, Vietnam’ı kapsayan bölgeyi 1954’te terk etmesi ile bu bölgedeki komünist ve milliyetçi hareketlere karşı mücadele misyonunu da yüklendi. Ancak 1965’ten itibaren Vietnam Savaşı, ABD için sürdürülemez hale geldi. ABD, Vietnam’dan bir çıkış yolu aramaya başladı. ABD’de 1969 yılında başkanlık görevine gelen Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na getirdiği Henry Kissinger, 1958 yılından itibaren SSCB ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında diplomatik düzeyde başlayıp 1969’da sınır çatışmalarıyla tırmanan ideolojik, askeri ve ekonomik kopuş sürecini, hem komünist cepheyi bölmek hem de Vietnam’dan onurlu bir çıkış için fırsat olarak kullanmaya karar verdiler. ABD Başkanı Nixon’ın 1972’deki Çin ziyareti yalnızca bu ülkenin uluslararası konumunu yükseltmekle kalmadı. 27 Şubat 1972 tarihli “Şanghay Bildirisi” ile ABD, Pekin yönetiminin Tayvan topraklarına da sahip çıkan “Tek Çin Politikası”nı onaylamış oldu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Asya-Pasifik bölgesindeki görece eşit konumunu tespit eden ABD politikası 2010 yılına kadar sürdü. 2010 yılında Obama’nın başkan, Hillary Clinton’ın ise Dışişleri Bakanlığı koltuğunda olduğu dönemden itibaren Washington’un Çin’e karşı söylemleri ve Tayvan ile ilişkileri değişmeye başladı. Çin’in, ABD nezdinde tehdit sıralamasındaki pozisyonu üst basamaklara doğru tırmandı. 2018 yılının Haziran ayı ABD’nin bölge politikaları açısından dönüm noktasıydı. ABD, “Birleşik Devletler Pasifik Komutanlığı”nın ismini “Birleşik Devletler Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştirdi. Bu ABD’nin Çin’i askeri olarak çevreleme politikasının ilk somut adımıydı. 2021 yılı sonbaharında, Avustralya’ya nükleer denizaltı teknolojisi temin etme amaçlı kurulan AUKUS ( Avustralya-İngiltere-ABD) İttifakı ise Çin’i çevreleme hamlesini ete kemiğe büründürdü. ABD, bir yandan da Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki askeri kısıtlamaları aşarak yeniden silahlanma programına yoğun şekilde destek veriyor.
3 • Çin ve Tayvan arasında süregelen kriz çözülür mü?
ABD, 1972 yılında Tayvan’ı komünist bloğun bölünmesini sağlayacak bir enstrüman olarak görmüş, Şanghay Bildirisi ile verdiği ödünü makul bulmuştu. Ancak aradan geçen yıllarda Batı dünyasında, Çin’in ekonomik olarak gelişmesi halinde liberal bir siyasi düzene ve serbest pazar ekonomisine evrileceği yönündeki beklentiler sonuçsuz kaldı. 1997 yılında Çin’e devredilen Hong Kong’da demokrasi yanlısı kesimlere karşı yürütülen politikalar, Çin donanmasının niceliksel boyutunun giderek büyümesi, küresel deniz üstünlüğü için uçak gemisi inşaatına hız vermesi ve uzay çalışmalarında ulaştığı seviye gibi faktörler, Batı politikalarını değiştirdi. Bugün Tayvan ve Tayvan Boğazı’nın güvenliği, Pekin yönetimi üzerinde baskı uygulamak için şu an ABD, çok yakın gelecekte NATO tarafından bir enstrüman olarak kullanılmaya aday. Daha tehlikeli ihtimal ise Ukrayna bugün nasıl Batı ile Rusya arasındaki savaşın platformu haline gelmişse, Tayvan Adası da benzer bir şekilde Batı ile Çin arasındaki çatışma için kullanılma potansiyeline sahip. Çin Halk Cumhuriyeti’nin “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” gibi küresel ekonomik hedefleri yürürlükte olduğu ve askeri gücünü büyütme iradesi devam ettiği müddetçe, Tayvan Adası’nın Batı tarafından “sorun” olarak gündemde tutulmak isteneceği anlaşılıyor. AA