Beyin yıkama kavramını Batı dünyasında ilk olarak gündeme getiren kişi Amerikalı Psikolog-Gazeteci Edward Hunter’dır.
Bireyin ya da toplumun belirli konulardaki düşünce ve kanaatlerini, birtakım çıkarlar elde etme amacıyla değiştirme ve yönlendirme girişimleri, insanlığın ilk döneminden beri var olan bir olgudur. İnsanların fikirlerini değiştirmeye yönelik bu eylemler, kullanım amaçları, kullanılan araçlar ve bu araçların kullanım yoğunluğu açısından çeşitlilik arz etmiştir. İnsanların düşüncelerini değiştirmeye yönelik araştırmalarda üç kavram gündeme gelmektedir. Bunlar, “beyin yıkama”, “propaganda” ve “ikna”dır. Sözlükte “İnsanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek” şeklinde tanımlanan “beyin yıkama”; “propaganda” ve “ikna” ile çoğu zaman ilişkilendirilse de bazı açılardan farklılaşmaktadır.
Beyin yıkama çalışmalarında kullanılan insanlara kimyasal madde kullandırma, hipnoz uygulama, üzerlerine elektromanyetik dalgalar gönderme ve vücutlarına elektronik parçalar yerleştirme gibi bir dizi yöntem uygulanmıştır. Beyin yıkamaya yönelik ilk girişimlerde çeşitli kimyasal maddeler ve halüsinojenikler kullanılmıştır.
“Beyin yıkama” çalışmaları, çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan tıbbi bir teknik ve ürünlerin satışını artırmaya yönelik bir reklamcılık tekniği olmanın ötesinde, askerî ve istihbarî amaçlarla kullanımıyla gündeme gelen bir tekniktir. Beyin yıkama tekniklerinin bu şekilde kullanımı, tıbbi açıdan olumlu; reklamcılık ve istihbarat açısından ise etkili olabilse de, bu alandaki yayınlara bakıldığında, bireysel hak ve özgürlüklerin kullanımı açısından birçok ahlakî ve hukukî problemi de beraberinde getirmektedir.
Tarihte Beyin Yıkama Uygulamaları
Beyin yıkama konusunda bilinen eski örneklerden birisi, Haşhaşi Tarikatı’nın lideri Hasan Sabbah’ın devrin önemli devlet adamlarını öldürmeleri için yetiştirdiği suikastçılarını motive etmek amacıyla uyguladığı beyin yıkama faaliyetleridir. Suikast amacıyla görevlendirilen bu kişilere, aldıkları göreve gönderilmeden önce uyuşturucu veriliyor, güzel vakit geçirtiliyor ve Hasan Sabbah’a itaat ederlerse cennete gideceklerine inandırılıyorlardı. Bu şekilde beyni yıkanan suikastçılar, ölümcül birer tehlike halini alıyorlardı.
Daha yakın dönemlere gelinecek olursa, 1937 yılında Sovyetler Birliği’nin lideri Stalin’in kurduğu Halk Mahkemelerinde, davalıların yapmış olduğu itiraflardan, bu kişiler üzerinde birtakım kimyasal maddelerin kullanıldığı öğrenilmiştir. Macaristan Kardinali’nin de bulunduğu bu davaların birinde, davalılar topluca, devlete karşı bir tutum içerisinde bulunduklarını itiraf etmişlerdir. Bu durum CIA raporunda, bu mahkemelerdeki davalıların tutum, davranış ve itiraflarının şeklinin, hepsinin sanki bir merkezden programlandığını düşündürecek kadar benzer olduğu yazılmıştır. Yine Nazilerin II. Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Propaganda Bakanı Goebbels’in düşünceleri doğrultusunda kullandıkları bazı propaganda teknikleri de beyin yıkama çalışmalarının öncülerinden sayılabilir.