Arş. Gör. Pelin Sultan Kara (Yozgat Bozok Üniversitesi)
Jean Paul Sartre soykırım kavramının, insanlık tarihi kadar eski olduğunu dile getirse de kavramın dilde ilk yer edinmesi yirminci yüzyılın başlarında, Polonyalı hukukçu Rafael Lemkin’in kullanımıyla olmuştur. Kavramın kökeni Antik Yunan dilindeki; kabile, ırk anlamına gelen “genos” ve Latince öldürme anlamını taşıyan “cide” kavramlarının birleşiminden meydana gelmektedir. Kısaca bir ırkı, topluluğu öldürme olarak ifade edebileceğimiz kavramı, Birleşmiş Milletler tarafından imzalanan Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesi; ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla; grup mensuplarının öldürülmesi, grup mensuplarına bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek, grup içerisindeki doğumları engelleyecek önlemler almak, gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba aktarmak eylemlerini, geniş bir şekilde ele alarak soykırımın muhteviyatını ortaya koymuştur.[1] Kapsamı bu denli geniş olan soykırım kavramı kendi içerisinde hedef alanına göre taksim edilmiştir. Planlı bir şekilde silahsız ve savunmasız insan topluluğunun yok edilmesi, insan soykırımı olarak adlandırılan democide, kültür değerlerinin yok edilmesi, ortadan kaldırılması culturecide, canlı olan her şeyin topluca, aynı anda yok edilmesi omnicide ve çevrenin aşındırılması, bozulması, yok edilmesi için girişilen faaliyetler ise ecocide (eko-kırım) olarak kabul edilmiştir.[2]
Yakın tarihimiz ve günümüz pek çok savaş ve çatışmaya şahitlik etmektedir. Bu savaşlar doğada var olan türlerden biri olan insana ölüm, yaralanma gibi zararlar verirken, göz ardı edilmesine rağmen doğanın bütünlüğüne de ciddi zararlar vermektedir. Tarafların kullandığı silahlardan kaynaklı toprağın, havanın, suyun ve kaynakların kirlenmesi, yangınlar çıkması, çatışma sürecinde mahalli idare birimlerinin işlevini kaybetmesi sonucu çevre temizliğinin yapılmamasına bağlı olarak atıklardan hastalık yayılması, canlı türlerinin hem yaşam alanlarının tahrip edilmesi hem de kendi hayatlarının son bulması gibi durumlar çevrenin aldığı zararlar arasında sayılabilmektedir. Bu doğrultuda çevresel güvenliğin yeni bir tehdit biçimi olarak karşımıza 1970li yıllarda ilk kez Galston ve Weisberg tarafından kullanılmış olan eko-kırım (ecocide) kavramı çıkmaktadır.[3] Çevrenin büyük çapta katli, insanların her türlü faaliyetlerinin sonucunda ekosistemlerin yok edilmesi ve ekosistem kaynaklarının savurgan kullanımı şeklinde tanımlanan eko-kırım kavramının ortaya çıkmasında Vietnam Savaşında kullanılan “defoliant”[4]ların kullanımının etkisi büyüktür.
Savaşa hazırlık, savaş veya savaş sonrası süreçte düşmanın ekolojik sisteminin bozulmasına neden olacak her faaliyet eko-kırımın konusunu oluşturur. İlkel savaşlarda da muhakkak çevre üzerinde bozulma yaşanmıştır. Lakin özellikle yirminci yüzyıl ve sonrasında silah teknolojisindeki gelişmeler, özellikle de biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların icadıyla hem savaşların boyutu hem de yıkıcılığı artmıştır. Savaşlarda temiz sulara zehirleyici madde karışmasına sebebiyet vermek, petrol kuyularını vurmak, bitki örtüsünü yok edecek ve tarım arazilerinin verimini düşürecek kimyasallar kullanmak, atom bombası atmak, nükleer tesislere saldırı düzenlemek şeklindeki eylemler ilk etapta düşman için büyük tehdit olarak algılanmıyorsa da uzun vadede bu eylemlerin doğa üzerindeki yıkımı geri döndürülemez olabilmektedir. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda kullanmış olduğu atom bombasının yapım sürecinde ülkede ciddi ölçüde radyoaktif kirlilik yaşanırken, bombanın atıldığı Hiroşima ve Nagazaki’de doğa geri döndürülemez ölçüde tahribatla yüz yüze kalmıştır. Yine İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlar ve müttefikler arası çatışmada, birçok tropik adanın bitkisi örtüsü tahrip edilerek, adalar aşındırılarak çıplak hale getirilmiştir. Pek çok devlet tarafından kimyasal kullanılarak, çevre kirletilmiştir. 1960’larda Vietnam İç Savaşı’nda, Güney Vietnam’a destek olan ABD doğayı katledecek oranda Portakal Gazı kullanarak Vietnam’ın ekosistemini yok etmeye yönelik hareket etmiştir. Bu saldırılardan hem ormanlık alanlar, hem tarım arazileri hem de yaban hayatı etkilenmiştir. Benzeri bir saldırı Irak-İran Savaşı’nda gerçekleşerek, İran Sarin ve Tabun gazlarını kullanmıştır. Körfez Savaşı’nda ABD uranyum mermileri kullanarak doğa üzerinde yıkıcı etkiler oluşturmuş, hem kendi askerlerinin hem de bölgede yaşayan insanların sağlığını tehlikeye sokmuştur. Savaştan seneler sonra bile bölge halkında kanser vakalarında artış görülmüş, doğan bebeklerin büyük çoğunluğunda doğum anomalileri saptanmış ve yapılan testlerde vücutlarında uranyuma denk gelinmiştir. 1994 Ruanda iç savaşında ekolojik çeşitlilik büyük zarar görmüş bunun yanı sıra en büyük nüfus hareketliliğine şahit olunmuştur. 2 milyon civarı Hutu[5] bugün Kongo Cumhuriyeti olarak bilinen bölgedeki mülteci kamplarına kaçmıştır.[6] Kosova Savaşı, ABD- Irak Savaşı, ABD’nin Afganistan’a müdahalesi, İsrail-Filistin arası bitmeyen çatışmalar, Suriye Savaşı, Ermenistan-Azerbaycan arası çatışmalar ve Şuşa Savaşı ve nihayetinde en son Rusya-Ukrayna arasında yaşanan savaşın her biri ekosistem üzerinde yıkıcı etkiler oluşturmuştur.
Savaşlardaki yıkımı azaltmak için tarihsel süreçte pek çok hukuki girişimde bulunulmuştur. Bu konu çerçevesinde karşımıza ilk olarak 1856 yılında Deniz Savaşı konusunda Paris Bildirisi çıkar. 1868 yılına gelindiğinde Savaşta Birtakım Patlayıcı Maddelerin Kullanılmasının Yasaklanmasına İlişkin St. Petersburg Bildirisi takip eder. 1929 yılında Hasta ve Yaralı Askerlerin, Denizcilerin ve Savaş Tutsaklarının Korunmasına ilişkin Cenevre Sözleşmesi, 1936’da Savaşta Ticaret Gemilerine Karşı Denizaltıların Kullanılmasını Düzenleyen Londra Protokolü, Uluslararası Kızıl Haç Komitesi’nce (ICRC) hazırlanan 1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1948 Yılında kabul edilip 1951 yılında yürürlüğe konulan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1954’da La Haye Silahlı Bir Çatışma Durumunda Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Sözleşme, 1970 “Kültürel Varlıkların Sahipliğinin El Değiştirmesi, Bunların Yasadışı İthalatı ve İhracatının Önlenmesi Ve Yasaklanmasının Araçları UNESCO Sözleşmesi, 1972 tarihli UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirasını Koruma Konvansiyonu,1972 Bakteriyel (Biyolojik) ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretilmesi ve Depo Edilmesinin Yasaklanması ve Yok Edilmelerine İlişkin Sözleşme, 1977’de 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne ek iki Protokol, 1980 Aşırı veya Ayrım Yapma İmkanı Vermeden Zarar Veren Bazı Konvansiyonel Silahların Kullanılmasının Sınırlandırılması ve Yasaklanmasına İlişkin Sözleşme ve 1993 Kimyasal Silahların geliştirilmesi, Üretilmesi, depo edilmesi ve Kullanılmasının Yasaklanmasına ve Yok Edilmelerine İlişkin Sözleşme,[7] olmak üzere bir dizi hukuki metin düzenlenmiş olmasına rağmen bugün hali hazırda, büyük çatışmalar yaşanmakta ve bunların sonucunda ekolojik düzen büyük ölçüde tahrip edilmektedir.
Hukuki anlamda birçok düzenleme yapılmış olmasına rağmen, bugün Ukrayna’da karşımıza tekrar eko-kırım çıkmaktadır. Rusya, Ukrayna’ya saldırısıyla hem uluslararası hukuku hem de sivilleri vuruyor olması sebebiyle savaş hukukunu çiğnemiştir. Bunların yanı sıra Ukrayna bir sanayi ülkesidir ve nükleer tesisleri vardır. Rusya’nın Ukrayna’daki nükleer tesislerinin bulunduğu bölgeleri vuruyor olması eko-kırım tehdidi oluşturmaktadır.[8] Rusya’nın Ukrayna’daki enerji tesislerini vurması sonucu hava kirlenmekte, Ukrayna’nın tarımsal alanları zarar görmekte, Karadeniz’de kirlilik artmakta, bölgede birçok orman yanmaktadır. Bu yangınlar sonucu hem ekolojik çeşitlilik zarar görmekte hem de asit yağmurları oluşmaktadır.[9] Ukrayna, Rusya’yı ülkenin en büyük nükleer santralinin bulunduğu Zaporijya nükleer santralini vuruyor olmasından dolayı, nükleer terör ve eko-kırımla suçlamaktadır. Ukraynalı yetkililerin açıklamaları doğrultusunda, Rusya’nın saldırıları sonucu tesisin işlevinin bozulduğu, Hidrojen ve radyoaktif sızıntıların yaşanma riskinin olduğu söylenmektedir. AB ve batılı devletler Ukrayna’nın yanında olurken, Rusya Dışişleri Bakanlık sözcüsü Zaharova suçlamaları kabul etmemiş[10] olsa da, mevcut çatışmanın ekosistem üzerinde yıkım oluşturduğu yadsınmaz bir gerçektir.
Hem çevresel bozulmalardan kaynaklı çatışmaların çıkması (iklim krizine bağlı, su kaynaklarının tükenmesine bağlı çatışmalar gibi) hem de çatışmaların sonucunda çevrenin zarar görmesi eko-kırım kavramını daha da önemli hale getirmiştir. Bu sebeple çevrenin, iklimin güvenlikleştirildiği gibi, eko-kırım kavramı da güvenlikleştirilirse savaş suçu, soykırım, insanlığa karşı suç ve saldırı suçunun akabinde beşinci uluslararası suç olarak yerini alacaktır. Henüz uluslararası suçlar arasında yer almayan kavram gerek Suriye’de ciddi anlamda oluşan çevre bozulması gerek de Ukrayna – Rusya arasındaki savaşta, Ukrayna da çevre tahribatının yaşanması ve Ukrayna’nın bunu eko-kırım olarak uluslararası basına taşıması, kavramın yeniden ele alınmasının ehemmiyetini ortaya çıkarmıştır. İklim krizi, küresel ısınma, ekolojik düzendeki büyük tahribatların yayılması, ekosistemlerin yok olmaya başladığı ve önlemlerin alınmadığı takdirde dünyamızın geleceğinde ciddi çevresel güvenlik sorunları yaşayacağımızın aşikar olduğu bilinirken, bunun yanında savaşlarla, çatışmalarla karanlık geleceği yakınlaştırmak insanlığın kendi lehine yapacağı en büyük hata olacaktır.
Başvurular
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1948, Madde 2. Birleşmiş Milletler.
Şafak Kaypak, “Çevresel Güvenlik ve Sınır Aşan Çevre Suçları”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 38, 2013.
Uğur Karavelioğlu, “Körfez Savaşlarının Çevreye Etkisi” (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009).
Funda Keskin (1997) “Silahlı Çatışmalar Hukukunun BM Kuvvetlerine Uygulanması” A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 52, Sayı 1.
Ceren Gürseler, “Ukrayna Krizi ve Ekokırım: Çevresel Bozulmaların Güvenlikleştirilmesinde Son Adım”, Kent Araştırmaları Dergisi, 2022.
Nesrin Algan , “Savaşın Çevreye Etkileri” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 3 Haziran 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/06/03/cevre/
“Ukrayna ve Rusya, Zaporijya Nükleer Santrali’ne yapılan saldırılar nedeniyle birbirini suçluyor”, erişim 07 Aralık 2022, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ukrayna-ve-rusya-zaporijya-nukleer-santraline-yapilan-saldirilar-nedeniyle-birbirini-sucluyor/2661804.
[1] Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1948, Madde 2. Birleşmiş Milletler.
[2] Şafak Kaypak, “Çevresel Güvenlik ve Sınır Aşan Çevre Suçları”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 38, 2013.
[3] Uğur Karavelioğlu, “Körfez Savaşlarının Çevreye Etkisi” (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009).
[4] Yaprakları döken kimyasal ilaç.
[5] Ruanda’da yaşayan, ılımlı taraftaki ve savaş sebebiyle göç eden etnik gurup.
[6] Karavelioğlu, “Körfez Savaşlarının Çevreye Etkisi”.
[7] Funda Keskin (1997) “Silahlı Çatışmalar Hukukunun BM Kuvvetlerine Uygulanması” A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 52, Sayı 1.
[8] Ceren Gürseler, “Ukrayna Krizi ve Ekokırım: Çevresel Bozulmaların Güvenlikleştirilmesinde Son Adım”, Kent Araştırmaları Dergisi, 2022.
[9] Nesrin Algan , “Savaşın Çevreye Etkileri” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 3 Haziran 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/06/03/cevre/
[10] “Ukrayna ve Rusya, Zaporijya Nükleer Santrali’ne yapılan saldırılar nedeniyle birbirini suçluyor”, erişim 07 Aralık 2022, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/ukrayna-ve-rusya-zaporijya-nukleer-santraline-yapilan-saldirilar-nedeniyle-birbirini-sucluyor/2661804.