Doç. Dr. İlhan Aras (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü)
Çin dış politikasını takip edenler, Çin’in uluslararası politikadaki veya küresel krizlerdeki tutumunun “bir parçası olmamak” şeklinde süreklilik gösterdiğini görmektedir. Bu tutumunu, ekonomik mucizesinin ve dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmasının altında yatan önemli nedenlerden biri olarak göstermek de mümkündür. Çin ekonomik gücüne ve askeri kapasitesine rağmen, küresel ve bölgesel sorunlarda bir taraf olmamaya, bir ittifak içerisine girmemeye her zaman dikkat etmektedir. ABD gibi Vietnam’dan Irak’a kadar dünyanın farklı bölgelerinde savaşan, Ukrayna’dan Hong Kong’a kadar sorunlara taraf olan bir ülke olarak değil, ticaretini ve ekonomisini temel alan bir ülke olarak kalmayı sürdürmektedir.
Küresel bir ekonomik güç haline gelen Çin’in dış politikasıyla değil de kendi “iç” meseleleriyle sürekli olarak dünya gündeminde olması dikkate değer bir durum olarak görülebilir. Öyle ki, ABD’nin dünyanın farklı yerlerindeki politikaları ABD’yi uluslararası hukuka konu edip, diğer ülkelerin veya uluslararası toplumun tepkilerine sebep olurken, Çin de bu durum ters bir şekilde gerçekleşmektedir. Çin, kendi iç meseleleri olarak gördüğü konularla ABD’nin dış politikası sonucunda karşılaştığı durumu yaşamaktadır. ABD’nin dış politikasıyla ulaştığı noktaya Çin’in iç politikasındaki uygulamalarıyla ulaştığını belirtmek mümkündür.
Çin’in söz konusu politikalarına karşılık olarak bölgesinden veya diğer ülkelerden beklentisi kendi “iç işleri” olarak nitelendirdiği konulara karışılmaması olmuştur. Bu konuların sayısı ve etkisi Çin’in tepkisinin şiddetini de belirlemektedir. Bu çerçevede Çin’in hassas olarak nitelendirdiği ve diğer devletlerin söylemleriyle müdahil olmasına izin vermediği birçok konu arasından Hong Kong, Tayvan, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne dair bazı yorumlar yapmak mümkündür. Söz konusu konuların dini bir boyutu olması, Tek Çin ilkesi altında taviz verilmeyen konular olarak görülmesi ya da insan hakları açısından Çin’in bu bölgelerdeki politikalarının tartışılması Çin’in imajını ve etkinliğini sadece bölgesinde değil tüm dünyada tartışmaya açmaktadır.
Hong Kong’da 2014’te ve 2019’da yaşanan önemli protestolar ve Çin’in gerekirse askeri müdahalede bulunacağının tartışılması, Covid-19 nedeniyle gösterilerin sonuçsuz kalması şu soruyu akla getirmektedir: “Hong Kong’da sorunun çözülmesi için kaç protesto daha olması gerekmektedir?”. Özellikle Trump’ın başkanlığında ABD’nin soruna nasıl müdahale ettiğini ve tüm dünyada tartışmaya açmak için yürüttüğü politikaları düşünüldüğünde, Çin açısından sürekli protestolarla anılmaya devam etmenin olumsuz bir durum olduğu görülmektedir. Hong Kong yöneticisini belirleyen Çin, Hong Kong halkının bu durumu reddetmesi ve yönetim üzerindeki kontrolünden duyduğu memnuniyetsizlikten dolayı yıllardır protestolarla karşılaşmaktadır. Bu durumda “Bu kadar protestoya rağmen, Hong Kong sorununun çözülmesi için tam olarak ne olması gerekmektedir?” sorusunu sormak mümkündür.
Tayvan ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması sürecinden günümüze uzanan bir konu olarak Çin’in askeri gücünü gündeme getirmesiyle dünyanın dikkatinin diğer konulardan daha fazla Çin’e çevrilmesine sebep olmaktadır. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Ağustos 2022’deki Tayvan ziyareti bu konunun varabileceği noktayı göstermesi bakımından önemlidir. Tayvan’ın Çin’in askeri tehdidinin arttığını belirtmesi ve ABD’nin her zaman Tayvan’ın yanında yer alacağını açıklaması Çin’in bu ziyarete nasıl tepki vereceğini merak konusu yapmıştır. Çin’in Pelosi’nin ziyareti öncesinde savaş uçaklarını bölgeye göndermesi, askeri tatbikat düzenlemesi ve ziyareti engellemeye çalışması sonuçsuz kalmış, Çin’in tüm tehditlerine rağmen ziyaret gerçekleşmiştir. Kendisine bağlı olduğunu iddia ettiği bir yere yapılan ziyareti engelleyememesinden ziyaretin tüm dünyada yarattığı etkiye kadar Çin açısından Hong Kong’da sorulan sorunun bir benzeri bu konu için de sorulabilir: “Tayvan sorununun çözülmesi için tam olarak ne olması gerekmektedir?”
Bir diğer örneği Sincan Uygur Özerk Bölgesi üzerinden vermek mümkündür. Çin’in bölgede yürüttüğü politikalar dünya çapında “soykırım” kelimesiyle anılmaya başlanmıştır. Ailelerinden koparılıp kamplara alınan çocuklar, ailelerin çocuk sahibi olmasının Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin ihlal edilerek engellenmesi, adı “özerk” olan bölgenin nasıl bir özerlik içinde olduğunun belirsizliği, Çin’in eğitim merkezleri ancak uluslararası toplumun “toplama kampı” olarak nitelendirdiği yerlerin varlığı ve ABD’nin “soykırım” suçu üzerinden konuyu dünya gündemine getirmesi düşünüldüğünde bir kez daha sorunun tekrarlanması mümkündür: “Soykırım suçuyla da anıldıktan sonra Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki sorunların çözülmesi için tam olarak ne olması gerekmektedir?”
Sonuç olarak, Çin’in kendi meselelerini yönetme şekliyle uluslararası topluma konu olması başka bir deyişle iç siyasi meselelerinin tüm dünyada gündem olabilmesi dikkate değer bir konudur. Kısaca bahsedilen her konu aslında uzun yıllardır devam eden, ötelenen ve bir sonuca vardırılmadığı için belli aralıklarla tüm dünyada gündeme gelmeye devam etmektedir. Çin’in “hassas” sorunları konusunda çözüm haricinde “hassas” olduğu sürece başka bir deyişle “hassas” sorunlar çözülmediği sürece “Çin Rüyası” ile oluşturmaya çalıştığı imajının mümkün olmayacağını ifade etmek mümkündür.
Detaylı okuma için bkz.:
Aras, İ. (2022). Understanding China through sharp power: Dragon’s teeth?. İçtimaiyat, 6 (2), 605-617
Çalışkan, E. & Aras, İ. (2020). Xi Jinping döneminde Hong Kong protestoları: Şemsiye Hareketi ve 2019 Protestoları üzerine bir karşılaştırma. Güvenlik Çalışmaları Dergisi, 22 (2), 182-200.