Arş. Gör. Pelin Sultan Kara (Yozgat Bozok Üniversitesi)
İlk insandan günümüze kadar insanlığın temel ihtiyaçlarının akabinde gereksinim duyduğu ilk ihtiyacı güvenlik olmuştur. Bu sebeple devletlerin var oluş nedenlerinin en önemlilerinden biri güvenliği sağlamak olmuştur. Bu minvalde ilk olarak askeri güvenliğe dayalı klasik güvenlik ortaya çıkmıştır. Lakin değişen, küreselleşen dünyada özellikle de soğuk savaş sonrası dönemde güvenlik kavramı anlam genişlemesine uğramış, klasik güvenlik kavramının yerini yeni güvenlik anlayışı almış ve bu kavramın genişlemesiyle çevre konusu da güvenlik kavramının bir parçası haline gelmiştir. Soğuk savaş öncesi dönemde daha sınırları belirli, dar bir perspektifle sadece askeri anlamda güvenlikten bahsedilirken soğuk savaşın sonrası dönemde siyasi, sosyal, ekonomik, iklim, sağlık ve çevre gibi konuların dahil olmasıyla kavram çok boyutlu olarak ele alınmaya başlamıştır. 1970lerde yaşanan petrol krizi kaynakların önemini ortaya çıkarırken, Vietnam Savaşı*’nda da büyük ölçüde çevrenin tahrip edilmesi de güvenlik kavramına farklı perspektiften bakılmasını gerekli kılmıştır. Yazınsal anlamda 1971 yılında Richard Falk tarafından yazılmış olan “Tehlike Altındaki Gezegen” kitabı çevre ve güvenlik arasında ilişki kurmuştur. Onu takiben 1977 yılında Lester R. Brown “Ulusal Güvenliğin Yeniden tanımlanması” adlı yapıtıyla gezegenin sisteminin tahribatına sebep olacak güvenlik sorunlarıyla baş edebilmek için geleneksel güvenlik kavramının genişletilmesini önermiştir (Tanrıverdi, 2010). Sonrasında ise yazının devamında bahsedilecek bir dizi anlaşma, konferans düzenlenmiştir.
Bu sebeplerle öncelikle güvenlik kavramı kısaca ele alınarak, yeni güvenlik perspektifinin bir parçası olan çevresel güvenlik ve çevresel güvenlik ile ekolojik güvenliğin farklarının incelenmesi gerekli görülmüştür.
Güvenlik Kavramı
Ortak net bir tanımı olmayan güvenlik kavramı, Türk Dil Kurumu tarafından “toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, emniyet” şeklinde tanımlanmaktadır. Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi’nde yaşamak için gerekli olan barınma ve beslenmeden sonra ikinci sırada yer alan güvenlik kavramı, tarihte ilk kez Cicero ve Lucretius tarafından “securitas” şeklinde kullanılmış ve birinci yüzyıl itibariyle siyasi bir kavram halini almıştır. Egemen devlet ile ilişkilendirilen kavramın Thomas Hobbes’un (1651) “süper devletin doğuşu” ve “iç savaşların önlenmesine yönelik Leviathan’ıyla da bağlantısı kurulabilmektedir. On yedinci yüzyıl hanedanlık dönemlerinden itibaren iç güvenlik ve dış güvenlik şeklinde ayrılan kavram, On Sekizinci yüzyıl, Fransız Devrimi döneminde, yurttaş hakları bildirgesinde dört temel haktan biri olarak kabul görmüştür. On Dokuzuncu yüzyıl Alman düşüncesinde Fichte kavramın devlet ve yurttaş arasındaki karşılıklı iletişim boyutuna dikkat çekerken, Kant’ın etkisiyle Fichte ve Humbolt kavramı “hukuk temelli devlet” ve “ devletin hukuksal öngörülebilirliği” ile ilişkilendirmişlerdir. Yirminci yüzyıl başlarında Milletler Cemiyetinde “kolektif güvenlik” kavramı kullanılmış ve 1945 Birlemiş Milletler Şartı’nda kavram teorik olarak geliştirilmiş olmasına rağmen iki dünya savaşı arası dönemde kavram göz ardı edilerek dönemde savunma, ulusal beka, ulusal çıkar ve egemenlik kavramları hüküm sürmüştür. İkinci dünya savaşı dönemine damgasını vuran ABD’nin diğer devletlerle ilişkisini ifade eden ulusal güvenlik kavramı ortaya atılmıştır (Brauch, 2008; Kaypak, 2012)1970lerin sonlarından itibaren kavramın sadece askeri anlamda güvenliği kapsaması tartışılmaya başlanmıştır. Askeri güç ve ulusal güvenlik ağırlıklı realist teori yeni konularla karşılaşmaya başlamıştır. Bu konuda Barry Buzan ve Richard Ullman yeni tanım arayışlarına girişmişlerdir (Erdem, 2016). Deprem, uluslararası göç, hızla artan dünya nüfusu, doğal afetler ve kaynak savaşları gibi konuların güvenlikle olan ilişkisi Ullman tarafından ele alınmıştır (Ullman, 1983). Buzan ise siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve çevresel olarak beş temel boyutta incelenmesi gerektiğini ortaya atmıştır (Buzan, 1983). İki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle iç çatışmalar ve askeri güvenlik meseleleri ortadan kalkmış yeni konular güvenlik kavramına dahil edilmeye başlamıştır. Bu minvalde dönüm noktası 1994 yılındaki Birleşmiş Milletlerin İnsani Kalkınma Raporu olmuştur. Rapor düzenlenirken insanların gündelik hayatta karşılaşabilecekleri durumlara odaklanarak hazırlanmıştır. Rapora göre insani güvenliğin ekonomik güvenlik, gıda güvenliği, sağlık güvenliği, kişisel güvenlik, topluluk güvenliği, siyasi güvenlik ve çevresel güvenlik olmak üzere yedi bileşeni vardır (İnsani Kalkınma Raporu, 1994).
1970ler sonrası daha da görünür hale gelen, gerek yerel gerek küresel ölçekteki çevresel sorunların da etkisiyle, raporda bahsi geçen yedi bileşenden çevresel güvenlik ciddi bir çalışma alanı haline gelmiştir. Yüksek karbon salımı, küresel iklim değişimi, çölleşme, kuraklık, okyanusların/denizlerin kirlenmesi, ormanların kirlenmesi, orman yangınları, erozyon, sera gazlarına bağlı asit yağmurları, temiz su kaynaklarının azalması, ekosistemin tahribatı, nükleer denemeleri gibi çevre sorunları ekoloji ve çevre çalışmalarının yanı sıra güvenlik çalışmalarının da alanına dahil olmuştur. Azalan kaynaklar üzerindeki mücadele, sıcaklık artışına bağlı verimli toprakların, tarım arazilerinin yok oluşu ve yaşama elverişli sıcaklık barındıran bölgelerin azalmaya başlaması hem çatışma anlamında hem de ciddi boyutta göçü tetiklemesi yönünden çevresel güvenliğin önemini ortaya çıkarmaktadır.
Çevresel Güvenlik
Aydınlanma ve modernite üzerine inşa edilmiş batı kültüründe, insan doğal hiyerarşinin en üstüne konumlandırılmış, doğanın hakimi olarak görülmüştür. Kendini doğaya hakim olarak gören insan, kaynakların hepsini kendi varlığına hizmetkar olarak düşünerek, sınırsız şekilde kullanmıştır. Yirminci yüzyılın sonuna kadar devam eden bu düşünce, doğal sistemlerin bozulmaya başlaması ve kaynakların sonsuz olmadığının fark edilmesiyle tehlikenin boyutunun görülmesi ve bu tehditlere askeri çözümlerle yanıt bulunamayacağının fark edilmesi, yeni güvenlik anlayışının bir parçası olan çevresel güvenlik kavramının önemini ortaya çıkarmıştır (Tuna, 2001).
İnsani kalkınma Raporu’nda “tabi kaynakların sağlanması (içme suyu, temiz hava), doğal felaketlerden korunma, çevrenin bozulmasının engellenmesi, insanın çevreye vermiş olduğu tahribatlardan korunma” şeklinde tanımlanan çevresel güvenliğin anlaşılabilmesi için öncelikle çevre ve güvenlik arasında bağ kurulması gerekmektedir. Bu bağlamda demografik ve çevresel sorunlar insanların güvenliği için tehlike arz eder. Sivil ve askeri fiiller sonucunda karşılaşılan hava, su, toprak, kirliliği ve erozyon hayatı olumsuz etkiler. Bir diğer bağlantı siyasi ve ekonomik yönlüdür. Kaynak kıtlığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa ve silahlı çatışmalara yol açabilir. Çevresel sorunlara bağlı olarak ortaya çıkacak çevresel göç iki veya daha fazla devlet arasında çatışmaya, devletin kendi içerisinde iç savaşa neden olabilmektedir (Türk, 2008). Tüm bunların yanı sıra doğal kaynaklar başlı başına çevre ve güvenlik arasındaki bağda önem teşkil etmektedirler. Çünkü doğal kaynaklar diğer bir ifadeyle kıt kaynaklar hemen her çatışmanın temel sebebidir. İnsanlar asırlardır madenler, petrol, su, daha fazla toprak gibi sebeplerle savaşmaktadırlar. Aynı zamanda bu çatışma, savaş sırasında da doğal kaynaklara zarar vermektedirler. Konvansiyonel olan ya da olmayan her silah doğada ve kaynaklar üzerinde yıkım, tahribat, kirlilik oluşturmaktadır.
Çevre güvenliğin konusu olarak kabul edildiği takdirde, çevrenin güvenli hale getirilmesi gerekliliği ortaya çıkar. Bu sebeple hem devletlere hem de devletler üstü uluslararası kuruluşlara görevler düşmektedir. Bu anlamda çok fazla antlaşma imzalanıp konferans düzenlenmiştir. Bunların büyük çoğunluğu 1972 yılında yapılan Stockholm, Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında imzalanmıştır. 1987 yılında Brundtland Raporu çevre, güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma arasındaki ilişkiyi kuran önemli uluslararası dokümanlardan olmuştur. Brundland Raporu özel olarak çevre üzerindeki tahribatın ve bozulmanın çatışmalar doğuracağı üzerinde durmuştur. 1988 yılında Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kurulmuştur. 1992’de Rio’da Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı düzenlenmiştir. 1994 yılında çevresel güvenliğin de tanımlandığı Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınma Raporu yayımlanmıştır. Yine 1994 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) yürürlüğe girmiştir. 1997 yılında Kyoto Protokolü kabul edilip 2005 itibariyle yürürlüğe konmuştur. Rio’yu takiben 2002 ve 2012’de Birlemiş Milletler Çevre Konferansları düzenlenmiştir. 2015 yılında Paris İklim Zirvesi’nde iklim konusunda bağlayıcı antlaşma imzalanmıştır (Erdem, 2016). Bu anlamda çevresel güvenlik aslında çevresel sorunların, çevre politikaları aracılığıyla çözümüdür. Yapılan bir dizi konferans, imzalanan pek çok antlaşmanın amacı çevreyi güvenli hale getirerek doğabilecek çatışmaları minimuma indirmektir.
Ekolojik Güvenlik
Çevresel güvenlik denildiğinde ilk çağrışım yapan kavram ekolojik güvelik olmaktadır. Brock’a göre insan ve çevre arasındaki olumsuz etkileşimlerle mücadele edilebilmesi için kurallara dayanan bağlantılar çevresel güvenlik olarak tanımlanır (Brock, 1991). Joseph Romm için de çevresel güvenlik, güvenliğe tehdit oluşturan sınır ötesi çevresel problemler (küresel çevre sorunları, küresel iklim değişimi gibi), ulusal güvenliğe tehdit oluşturabilecek sınır ötesi kaynaklar ve savaşların oluşturduğu çevre sorunları şekilde kategorilendirilebilir (Romm, 1993). Ulusal güvenlik kavramına, küresel ısınma, ormansızlaşma, kirlilik gibi sorunlardan oluşan tehditlerin eklenmesiyle sonucunda çevresel güvenlik kavramı yerine ekolojik güvenlik kavramı kullanılabilmektedir (Kaypak, 2012). Kapsadığı alan bir hayli geniş olan çevresel güvenlik ile karşılaştırıldığında ekolojik güvenliğin kapsamının daha sınırlı olduğu, ekolojik güvenliğin ekosistemlerin ve ekolojik süreçlerin, genel itibarıyla cansız nesnelerin güvenliğini incelediği görülür. Çevresel güvenlik ekolojik güvenlikten farklı olarak devlet kavramına da gönderme yapar. Ekolojik güvenlik genel hatlarıyla doğal kaynaklar ve stoklar tahrip edilmeden, yaşanabilir, sürdürülebilir bir ortam yaratmakla ilgilenirken, çevresel güvenlik bu kaynakların savunulmasına dikkat çekmektedir (Türk, 2008).
Sonuç Yerine
Temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra insan, ilk olarak kendini güvende hissetmek ister. Bu sebeple tarihin her döneminde güvenlik önemli bir ihtiyaç olarak görülür. İlkel insanlar doğada kendi başlarına yaşarken kendi güvenliklerini taş ve sopalarla sağlarken, insan grupları ortaya çıktıkça grup güvenliğini korumak esas hale gelmiştir. Zamanla grupların büyümesiyle kent devletleri, köyler, kabileler ölçeğinde güvenlik sağlanmaya çalışılmıştır. Ölçek zamanla büyümüş, aynı zamanda savaşların boyutu ve silahların etkisi de değişmiştir. Askeri anlamdaki bu güvenlik algısı soğuk savaş sonrası döneme kadar hakimiyet sürdürmüştür. Soğuk savaşın bitimi, artan çevresel sorunlar, uluslararası terör problemleri, çeşitli salgın hastalıklar, petrol krizi gibi küresel ölçekli olaylar hem ulusal güvenlik hem uluslararası güvenlik alanlarında bakış açısını genişletmeyi zorunlu hale getirmiştir. Bu sebeple güvenlik kavramının kapsamı genişletilerek çevresel güvenlik de kavramın kapsamına alınmıştır.
Çevresel bozulmaların giderek artması, yakın gelecekte beklenen temiz su kaynaklarına erişim sıkıntıları, doğal kaynaklara erişim için verilecek mücadeleler çevresel güvenlik kavramını günümüz dünyasında daha da önemli hele getirmiştir. Yaşanabilecek çatışmaları azaltmak ve çevresel yıkımların boyutunu küçültmek için bir dizi uluslararası antlaşma, konferans, panel yapılmış olsa da bunların ne kadar yeterli ve etkili olduğu tartışmaya açıktır. Kesin olan ise çevresel güvenlik kavramının yakın gelecekte çok daha önem teşkil eden bir konu olacağıdır.
Notlar
*Vietnam Savaşı’nda yaprak döktüren ilaçlar ve bitki öldürücüler kullanılmıştır. Aynı savaşta bulutlara kimyasallar enjekte edilerek yapay yağmurlar yağdırılmıştır (Tanrıverdi, 2010).
Başvurular
Brauch, H. G. (2008). Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik, Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü. Uluslararası İlişkiler / International Relations, 5(18), 1-47.
Brock, L. (1991). Peace Through Parks: The Environment on the Peace Research Agenda. Journal of Peace Research, 28.
Buzan, B. (1983). People, States & Fear:The National Security Problem in International Relations. Harvester Books.
Erdem, E. İ. (2016). İnsani Güvenlik Kavramı Bağlamında Çevre Güvenliği. Gazi Akademik Bakış, 10(19), 255-255. https://doi.org/10.19060/gav.321016
İnsani Kalkınma Raporu. (1994). Birleşmiş Milletler.
Kaypak, Ş. (2012). Güvenlikte Yeni Bir Boyut; Çevresel Güvenlik. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8, 22.
Romm, J. (1993). Defining National Security: The Non-Military Aspects. Council on Foreign Relations Press.
Tanrıverdi, E. (2010). Silahlanma Ve Çevresel Güvenlik.
Tuna, G. (2001). Yeni Güvenlik, Küresel Ekonomik ve Sosyal Tehditler. Nobel.
Türk, S. M. (2008). Marmara Denizi’nde Çevresel Güvenlik. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp
Ullman, R. H. (1983). Redefining Security. International Security, 8(1), 129-153.