Prof. Dr. Yılmaz ÇOLAK
Prof. Dr. Mehmet ŞAHİN
Doç. Dr. Buğra SARI
Doç. Dr. Murat TINAS
Doğu Akdeniz ve Basra arasında kalan bölge öteden beri uluslararası politikayı şekillendiren gelişmelerin merkezinde yer almıştır. Bölge insanlık tarihine yön veren köklü medeniyetlere ve semavi dinlere ev sahipliği yapmıştır. Bunun yanı sıra, bölge günümüzde stratejik geçiş ve ticaret yolları, zengin doğal kaynakları, genç ve dinamik nüfus yapısı ve sahip olduğu dinsel, etnik ve yönetim şekli çeşitliliğiyle dikkat çeken bir özelliğe sahiptir.
Bugün bölgede meydana gelen gelişmeler, zengin doğal kaynakların paylaşımı çerçevesinde çıkar çatışması ile Siyonist arayışlar ve mezhep temelli iktidar mücadeleleri anlamında ideolojik çatışmanın sonucu olarak belirmektedir. Diğer bir deyişle, büyük güçler, bölgesel aktörler ve devlet-dışı unsurlar arasında cereyan eden küresel rekabet belirleyici olmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası bölgede kurulan düzen, büyük güçlerle ittifak halinde olan otoriter rejimler yoluyla istikrarı sağlamayı amaçlamıştır. Ancak geçen süreçte bu yönetimler, değişen küresel düzenin içerisinde büyük güçler tarafından Ortadoğu’ya verilen çıkar ve ideolojik eksenli rolü yerine getiremedikleri görülmektedir. Bu da yeni bölgesel düzen arayışlarına yol açmıştır. Buradan hareketle, bölgedeki hâlihazırdaki krizler bu yeni düzen arayışının bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeni arayışların en önemli sonuçlarından birisi düzensizlik ve kaos olmuş; o da göç meselesini üretmiştir. ABD’nin Irak’a ve Afganistan’a müdahalesi ve özellikle de Suriye İç Savaşı’yla birlikte göç meselesi bölge açısından önemli bir insani sorun ve güvenlik meselesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriye açısından yaşanan mecburi göç nüfus yapısını köklü bir şekilde değiştirmiştir.
Göç hareketi kitlesel bir özellik arz etmektedir. Bu kitlesel göçe maruz kalan hükümetler, sorunun kısa ve uzun dönemli neticeleri bakımından ciddiyetinin farkında olan, kalıcı çözümler getirebilecek, sürdürülebilir politikalar geliştirmek zorundadırlar.
ABD’nin 2000’li yıllarda bölgeye müdahalesi Irak’ta çok ciddi bir kamu düzeni sorunu ortaya çıkarmıştır. Sonuçta ülkede ortaya çıkan düzensizlik hali nüfuz rekabetini derinleştirmiştir. Aslında cereyan eden hadiseler ile yeni çatışmalar ve bölünmeler için fay hatları oluşturmaya yönelik uygun bir ortam oluşturulmuştur.
Doğu Akdeniz’den Basra’ya kadar etnik farklılıkların (Arap-KürtTürkmen) kaşınması yanında özellikle de mezhep farklılıklarının kaşınması ve bu temelde ayrıştırma en uygun yol olarak benimsenmiştir. Bölgesel güç iddiasında olan, özellikle İran ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin (ABD ve Rusya himayelerinde) mezhep temelli radikalleştirme süreçlerini yönlendirdikleri görülmektedir. ABD işgali ile birlikte Irak mezhep temelli radikalleşmenin laboratuvarına dönüştürülmüş ve gittikçe artan bir mezhep temelli kamplaşma ortaya çıkmıştır.
2000’li yılların başlarında Irak’ta başlayan kamplaşma, Arap Ayaklanmaları sürecinde bölgeye de sirayet etmiştir. Bu anlamda Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de farklı mezhebi gruplar arasında çatışmalar gittikçe hız kazanmış ve bölgesel güçlerin gerek doğrudan gerek vekâlet savaşları yoluyla mücadelesinin sahnesi haline gelmiştir. Sonuçta, büyük güçlerin arzuladığı gibi, kurulu siyasal yapılar dağılmış, çatışma ve kaos bölgeye hakim olmuştur.
Bugün Suriye’deki gelişmeler bölge ülkeleri ve küresel güçler dışarıda tutularak analiz edilemeyeceği gibi Suriye’de faaliyet gösteren Haşdi Şaabi veya Hizbullah gibi devlet-dışı aktörler de dikkatle ele alınmalıdır. Bu noktada bahse konu aktörlerin sınıraşan ittifakları ve destek gördükleri merkezler önemlidir. Günümüzde devlet-dışı aktörler, bölgesel güç mücadelesi kapsamındaki vekâlet savaşlarında piyon olarak yer almaktadırlar.
Ortadoğu, enerji arzı ve güvenliği açısından dünyanın en önemli bölgelerinden birisidir. Bu çerçevede özellikle yeni enerji kaynaklarının keşfiyle birlikte bölgenin enerji jeopolitiği tekrar gündeme gelmiştir. Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı enerji güvenliği minvalinde kıyıdaş ülkeler ve bunlarla çalışan ya da çatışan büyük güçler arasında önemli bir kriz alanı haline gelmiştir.
Ortadoğu’ya ilişkin tartışmalarda büyük güçlerin amaçlarının, stratejilerinin ve politikalarının ciddiyetle ele alınması hem bölgenin geleceğini anlamada hem de Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarını belirlemede önemlidir. ABD, Rusya ve Çin’in Ortadoğu politikaları minvalinde üç temel proje ya da politika öne çıkmaktadır. Bunlar, ABD’nin Atlantik politikası; Rusya’nın Avrasyacılık projesi ve Çin’in İpek Yolu projesidir.
Ortadoğu’daki çatışmalardan en çok etkilenenler ne yazık ki yine bölgede yaşayan toplumlar ve bölge ülkeleri olmaktadır. Bölgedeki mevcudiyetlerini zaten bölge içi aktörler arasındaki hiziplere borçlu olan dış güçler ise etnik, mezhep ve siyasi temelli çatışmaları derinleştirmekte ve böylece bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmektedirler. Bölgesel aktörler sorunların çözümü veyahut çıkarların gerçekleştirilmesi hususunda yüzlerini dışarıya dönmüş durumdadırlar. Bu durum bölgesel aktörleri edilgen hale getirmekte ve dış güçlerin bölgeye müdahale etmelerini kolaylaştırmaktadır.
Bölgedeki mevcudiyetlerini zaten bölge içi aktörler arasındaki hiziplere borçlu olan dış güçler ise etnik, mezhep ve siyasi temelli çatışmaları gittikçe daha da derinleştirmektedirler. Bu durumu, istikrarsızlık ve çatışma halini, diğer bölge ülkelerine de yaymaya çalışmaktadırlar. Böylece bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirmektedirler.
Oluşturulan istikrarsız ve kaotik çatışma hali aktörleri birbirinden daha da uzaklaştırmakta güvensiz bir ortam yaratmaktadır. Dolayısıyla aktörler ve gruplar, bir araya gelebilecekleri platformları dahi oluşturmakta güçlük yaşarken, dış güçler bölgesel aktörler arasında arabulucu olarak bölgenin temel aktörleri konumuna gelmektedirler. Bunun en çarpıcı örneği Batılı güçlerin arabuluculuğunda Arap-İsrail sorununda bitmek bilmeyen barış süreçleridir. Aynı durum Suriye ve Irak için de söz konusudur.
Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun bölgesel güçlerine bölgede yerel aktörlerin çıkarına uygun bir düzen kurulabilmesi hususunda önemli roller düşmektedir. Nitekim Türkiye ve diğer bölgesel güçler hem yüz yüze kaldıkları kitlesel göçler ve hem de savaş halinin ülkelerine yönelik sebebiyet verdiği terör tehdidi Ortadoğu’daki krizlerden en büyük zararı gören aktörlerdir. İşte bu nedenledir ki; düzene en çok ihtiyaç duyanlardır.
Türkiye ve diğer bölge ülkeleri için en büyük tehdit yüz yüze kalınan istikrarsızlık, düzensizlik ve çatışma halidir. Dolayısıyla ana arayışları düzen kurma -devlet inşası- olmalıdır. Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile terörden temizlenen bölgede inşa edilen düzen örnek teşkil etmesi anlamında çok önemlidir.
Terör örgütlerinden temizlenen bölgede tüm devlet birimleri yeniden tesis edilmiş, barış ve güvenlik sağlanmış, sosyal ve ekonomik hayat normalleşmiştir. Bu bölgeden göç etmek zorunda kalan Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki yüzbinlerce göçmen geri dönmeye başlamıştır.
Ortadoğu’nun bölgesel güçleri bölgenin menfaatleri çerçevesinde bir araya gelerek kendi siyasi coğrafyaları üzerinde dış güçlerin operasyon yapmasını engelleyebilme basiretini göstermeleri gerekmektedir. Ancak bu şiarla bir araya gelen bölgesel güçlerin birlikteliği Batı dünyasına ya da bölge dışı aktörlere karşı bir strateji gibi okunmamalıdır.
Nitekim karşılıklı bağımlılığın temel karakteristik olduğu günümüz uluslararası sisteminde düşmanca gruplaşmalar faydadan ziyade zarar getirecektir. Bu yüzden bölge ülkeleri bölgenin sorunlarına bölgeden çözümler üretebilecekleri kurumsal çok taraflı platformlar oluşturmalarıdır. Bölge dışı aktörler de bu çözümlere katkıda bulundukları ölçüde oluşturulan çok taraflı bölgesel platformlara dâhil olmalıdır.
Raporun tamamını okumak için tıklayın.