Çevre, dar anlamda, insanoğlunun içinde yaşadığı fiziksel ve biyolojik sisteme tekabül eder. Geniş anlamda ise her türlü canlının içinde yaşadığı ekolojik sistemi ifade etmektedir. Ekoloji kavramı ise Yunanca “oikos” ve “logos”tan gelir. Etimolojik anlamı; ev hakkında çalışmadır.
Ekoloji bilimi 19. yüzyılda doğmuş, ekoloji kavramı 19. yüzyıl sonunda kullanılır hale gelmiştir. Çevrenin politik olarak ele alınması ilk kez George Perkins Marsh’ın 1864’te yayınladığı “İnsan ve Doğa” adlı kitabıyla olmuştur. Ekoloji kavramı ise ilk kez 1873’te Ernest Heackel tarafından kullanılmıştır. 1889 yılında ise çevre güvenliği kapsamında değerlendirilebilecek ilk uluslararası girişim olan üzüm bağlarının salgın hastalıklara karşı korunması konusunda uluslararası bir konvansiyon yapılmıştır.
Geleneksel olarak uluslararası ilişkiler alanında güvenlik ve ekonomi olguları perspektifinde analizler yapılmıştır. Ekoloji ve çevre güvenliği gibi konular ise ikincil öneme sahip tali konular olarak görülmüştür fakat uluslararası ilişkiler disiplininde ekoloji, insan davranışlarının biyolojik ve fizikî çevre üzerindeki etkilerinin incelenmesi bağlamında ele alınır.
Çevresel tehditler genel hatlarıyla insan kaynaklı tehditler ve doğal tehditler olarak düşünülebilir: Denizlerde ve içme suyu kaynaklarında kirlenme ve demografik baskılar ve bilinçsiz kullanım sonucu azalma, kimyasal, biyolojik ve nükleer atıklardan doğan sorunlar gibi insan kaynaklı tehditler; deprem, sel, hortum, kasırga, fırtına gibi tehditler ise doğal tehditlerdir.
Çevresel tehditler, küresel, bölgesel ve çok taraflı tehditler olarak üç düzeyde ele alınabilir. Sonuçları itibariyle ele alındıklarında ise dolaylı ve dolaysız tehditler olarak ikiye ayrılabilir.
Tehditler arasında etkileri bakımından en yıkıcı olanları çevre kirliliği, küresel ısınma ve iklim değişikliği ve doğal tehditler’dir.
Çevresel/Ekolojik Güvenliğin Temel Özellikleri
Günümüz güvenlik anlayışı içinde önemli bir yeri olan çevresel güvenlik alanının spesifik özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
- Çevre güvenliğine ilişkin tehditlerin öngörülebilirlikleri oldukça düşüktür. Bu nedenle gerek devlet düzeyinde gerekse bireysel olarak “tedbir” olgusu ön plana çıkmaktadır. Bu tehditler her an ortaya çıkabilecek tehditlerdir ve bu nedenle önceden tedbir alınması tehditlerin tahribatını azaltmaktadır.
- Çevre güvenliğine yönelik tehditlerin çoğuyla ancak küresel işbirliği sayesinde mücadele edilebilir. Küresel ısınma gibi ekolojik güvenlik tehditlerinin ülkelerin tek başına alacakları önlemlerle çözülemeyecek türden küresel güvenlik tehditleri olduğudur.
- Çevre güvenliğini korumak oldukça maliyetlidir. Bu bağlamda çevre güvenliğinin önündeki en önemli engellerden birinin ekonomik kaygılar olduğu söylenebilir.
- Çevresel güvenlik tehditleri ile mücadele uzun vadeli bir mücadele stratejisi gerektirir. Niteliği itibariyle kısa vadeli önlemler yetersiz kalır.
- Çevre güvenliği diğer güvenlik alanlarına nazaran daha çok sivil toplum örgütlerinin savunuculuğunu yaptığı bir alandır.
- Geleneksel güvenlik tehditleri devletlere ya da ittifaklara yöneliktir. Çevresel tehditler ise tüm insanoğlunu ilgilendiren tehditlerdir. Dolayısıyla geleneksel güvenlik önlemleri bu tehditler karşısında yetersiz kalabilmektedir.
- Çevresel tehditler yalnızca kendi içinde değerlendirilmemelidir. Zira çevresel sektörde ortaya çıkan bir tehdit, diğer sektörlerde de etkilerini hissettirebilmektedir. Olası bir kuraklık yalnızca çevresel bir tehdit olarak değil, ilgili ülke açısından ekonomik ya da toplumsal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak da algılanmalıdır.
- Geleneksel güvenlik anlayışında insan topluluklarının oluşturdukları birimlerin (devletler ve uluslararası örgütler) korunması esastı. Fakat yeni güvenlik anlayışı kapsamında ortaya çıkan çevre güvenliği alanı insan dışı canlı ve cansız varlıkların (hayvanlar, bitkiler, hava vb.) korunmasını da içermektedir.
- Çevresel güvenlik algılamaları ülkelerin içinde bulundukları coğrafi, ekonomik, politik ve sosyal koşullara göre değişkenlik gösterebilmektedir. Çevre güvenliği, çevresel etkilere daha açık olan ülkeleri özellikle ilgilendirmektedir.
EKOPOLİTİK
Yeşil Politika olarak da isimlendirilen ekolojik siyaset çevrecilik, şiddet karşıtlığı, katılımcı demokrasi ve sosyal adalete dayalı, ekolojiyi temel alan toplum oluşturmayı amaçlayan bir ideolojidir. Ekolojik siyaset 1970’lerde başlamış olup, ekolojik parti olarak tanımlanabilecek ilk parti 1972 yılında Yeni Zelanda’da kurulmuştur. 1973 yılında Ekolojik Parti adıyla Birleşik Krallık’ta kurulan parti ile Avrupa’daki ilk ekoloji temelli partidir. Daha sonra kendisini 1970’lerin sonunda Yeşil Hareketi olarak isimlendiren hareket çerçevesinde, 1979’da Almanya’da kurulan Yeşiller Partisi’nin, Almanya eyalet parlamentolarında temsil edilir olmasıyla birlikte ekolojik siyaset daha çok bilinirlik kazanmış ve 1980’lerde ise pek çok ülkede Yeşiller Hareketi etrafında benzer partiler kurulmuştur. Böylece akademik çevrelerce siyasal ekoloji olarak da adlandırılan ekolojik yaklaşım siyasallaşmıştır.
Ekolojik siyaset, hızla tükenen doğal kaynaklar, küresel ısınma, artan üretim ve tüketim, doğanın bilinçsizce tüketilmesi, nükleer enerjinin ve teknolojik ilerlemenin doğaya verdiği zarar gibi çevresel kaygılar tabanında şekillenen bir hareket olarak daha çok sol tandanslı partiler ile özdeşleştirilmektedir. Ekolojik duyarlılıkları dile getiren siyasal ekoloji aynı zamanda çevreci, feminist ve barışçıl hareketlerle birlikte çalışmalar yürütmektedir.