Doç. Dr. Turgay Yerlikaya (İstanbul Üniversitesi)
Son dönemde imkanlarının yanı sıra riskleri ile de gündeme gelen sosyal medya platformları, deprem sürecinde en fazla tartışılan mecraların başında geliyor. Nitekim yardımların koordine edilmesi, göçük altındakilerin seslerini duyurmaları ve yer bildirimi anlamında önemli bir fonksiyon icra etmesinin yanı sıra belirli bir amaca matuf olarak üretilen dezenformatif içeriklerin de adresi sosyal medya platformları oldu. Sosyal medya kaynaklı manipülasyonların çeşitli internet haber siteleri ve konvansiyonel medyada sıklıkla dolaşıma sokulması söz konusu dezenformasyonların etki alanının genişlemesine neden oluyor. Kaynağı sorgulanmaksızın dolaşıma sokulan asılsız bilgilerin yanı sıra doğrudan ve kasıtlı olarak üretilen yalanların varlığı da sosyal medyadaki karmaşanın en üst boyuta taşınmasına yol açıyor. Twitter’ın yanı sıra geniş Whatsapp gruplarında da etkileşimi artan manipülatif içeriklerin sorgulanmaksızın gerçek kabul edilmesi hem siyasi hem de toplumsal kutuplaşmanın artması noktasında ciddi sorunlara yol açabiliyor. Nüfusun yüzde 82’sinin internet kullandığı, 68,9 milyon sosyal medya kullanıcısının olduğu ve online haber tüketiminin yüzde 83 dolayında olduğu Türkiye’de, dijital ekosistemin zehirlenmesi bu açıdan ciddi tahribatlar üretme potansiyeline sahiptir.
Sistemli dezenformasyon stratejisi
Deprem sürecinde yaşanan gelişmelere bakıldığında sosyal medya kaynaklı dezenformasyon ve manipülasyonların farklı amaçlarla dolaşıma sokulduğu görülüyor. Siyasal alanda kutuplaşmayı artırma, toplumsal çatışmayı körükleme, resmi kurumlara yönelik güveni sarsarak yönetilemezlik algısı oluşturma, kurumlar arasında laik-seküler, resmi-gönüllü ayrımı yaparak toplumsal çatışma alanları yaratma ve siyasal alanda var olan kutuplaşma söylemini yeni ihtilaf alanları yaratmak suretiyle derinleştirme ve sığınmacıları hedef alan söylemler üzerinden çatışma üretmek bu amaçlar arasındadır.
Hiç kuşkusuz farklı amaçlarla derin ayrıklar oluşturmayı amaçlayan bu kötücül strateji, en temelde resmi kurumlara yönelik ürettikleri dezenformasyonla “aciz ve sahipsiz millet” söylemleri üzerinden devlet kurumlarını itibarsızlaştırmayı hedefliyor. Deprem sonrası ilk evrede başta Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) olmak üzere birçok kurumun hiçbir çalışma yapmadığı, Kızılay’ın bölgeye ilgisiz kaldığı ithamları, arama kurtarma ekipmanlarına gümrük vergisi uygulandığı iddiası ile Elektrik Mühendisleri Odası’nın destek verme talebinin AFAD tarafından reddedildiği gibi yalan haberler, itibarsızlaştırma stratejisinin bir parçası olarak kurgulandı. Bu da deprem bölgesinde resmi kurumlara yönelik negatif enerji birikimine neden oldu.
Dezenformasyon alanında dikkati çeken diğer bir yönelim ise gönüllü teşekküllerin engellendiği iddiasıdır. Bizzat siyasetçiler tarafından da dile getirilen bu iddiaların gerçek dışı olmasına rağmen ısrarla sürdürülmesi toplumsal alanda var olan dayanışmayı baltalamayı hedefliyor. Kamu kurumlarına bağış yapılmaması gerektiğini ifade eden bazı hesapların muhtelif STK ve gönüllü teşekkülleri öne çıkararak resmi ve gönüllü kurumlar arasında yarattıkları ikilik ise benzer biçimde toplumsal konsolidasyonu hedef alarak yeni çatışma alanları oluşturmayı amaçlıyor. Bölgede yaşayan ve depremden etkilenen sığınmacıları kriminalize ederek hedef gösteren birçok paylaşım da dayanışma yerine çatışma üretmeye çalışan bir stratejinin ürünü olarak karşımıza çıkabiliyor. Birçok gönüllü STK’nın yaptığı sosyal medya paylaşımlarıyla bu iddiaların yalanlanmasına rağmen, engellenme ve ikilik söylemin devam ettirilmesi hiç kuşkusuz başka bir amaca hizmet ediyor.
Bir diğer strateji de yalan haberler üzerinden bölgedeki çalışmaları aksatmak ve toplumda yeni travmalara yol açmaktır. Örneğin “Hatay’da baraj patladı, şehir sular altında kalacak” yalanı sonrasında, arama kurtarma ekipleri çalışmalarına ara vererek kentte bir panik havası oluştu. Yine ilaç ve barınmayla ilgili dezenformasyonlar da kurumların kriz yönetimini aksattığı gibi telafisi mümkün olmayan can kayıplarına da yol açabilmektedir. Sosyal medya kaynaklı teyitsiz ve kasıtlı üretilen yalan ihbarlar da bölgedeki çalışma ekiplerini olumsuz etkilediği gibi kolluk kuvvetlerinin koordinasyonunu da ciddi anlamda sekteye uğratıyor. Nitekim, İçişleri Bakanı Soylu’nun yağma ihbarlarının hepsini değerlendirdiklerini ancak bu ihbarların yüzde 99,9’unun sahte olduğunu ifade etmesi bu durumu doğrulamaktadır.
Bu tür asılsız sosyal medya manipülasyonlarının dolaşıma sokulmasına katkı sağlayan internet haber siteleri, siyasi figürler ve popüler kişilerin paylaşımları ise işi daha da karmaşık hale getiriyor. Bu nedenle kriz iletişimi ve dezenformasyonu engelleme çabalarının yalan haberlere yönelik ciddi yaptırımlarla desteklenmesi ve suçluların adalet önünde hesap verebilir hale getirilmesi önem arz ediyor. Siyasi kriz ve savaş zamanlarındaki beşinci kol faaliyetlerini aratmayan bu tür bir enformasyon savaşını yönetmek ve toplumu temiz bilgiyle buluşturmak günümüzün en önemli meselesi olarak karşımızda duruyor.
Kriz iletişimi ve dezenformasyonla mücadele: Ne yapmalı?
Deprem sürecinde her gün bülten yayınlamak suretiyle kamuoyunu doğru yönde bilgilendirme ve kasıtlı çarpıtmalara yönelik bir farkındalık oluşturma oldukça büyük önem arz ediyor. İlk evrede, bölgede etkili olmak isteyen tüm aktörlerle sürecin eşgüdümlü yönetilmesi adına doğrudan iletişim kurulması ve onların sosyal medyadaki gücünün daha etkili kullanması önemlidir. Benzer biçimde sosyal medya platformlarında dolaşıma sokulan manipülatif içeriklerin de kısa sürede tespiti ve doğru bilginin kamuoyuyla paylaşılması zaruridir.
Ağustos 2022’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı uhdesinde kurulan Dezenformasyonla Mücadele Koordinatörlüğü bu anlamda önemli bir sınav veriyor. Haftalık yayınlanan dezenformasyon bültenleriyle doğru ve yanlış arasındaki farkı ikna edici bir şekilde ulaştıran ve bu anlamda bir farkındalık yaratan koordinatörlük, deprem sürecinde günlük olarak yayınladığı dezenformasyon bülteni ile daha sahih bir enformasyon akışı gerçekleştirmektedir. Başkanlık ve Koordinatörlük, bültenlerinin yanı sıra, Twitter gibi popüler platformlarda da Anadolu Ajansı Teyit Hattı ve muhtelif teyit hesapları aracılığıyla şüpheli ve yanlış paylaşımları belirleyerek bu alandaki risklerle ilgili kamusal farkındalık oluşturmayı amaçlıyor. Depremin hemen ertesinde “Dezenformasyon Bildirim Servisi” uygulamasının aktif edilmesi de karşılaşılan şüpheli ve yanlış sosyal medya içeriklerinin bilinmesini sağlayarak ve geniş halk kesimlerinin de sürecin içinde olduğu bir ekosistem yaratmıştır. Süreçte, İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluş AFAD’ın hem basın açıklamaları ve bültenleri hem de süreç içerisinde muhatap oldukları dezenformasyonlarla ilgili kamuoyunu doğru yönde bilgilendirmeleri, kriz iletişimi noktasında önemli adımlardır.
Hem kriz iletişimi hem de dezenformasyonla mücadele anlamında ilk evrede kriz bütün boyutlarıyla tanımlanmalı ve kriz yönetimi adına resmi kaynakların bilgilendirmeleri dikkate alınmalıdır. Resmi kaynakların ise var olan gerçekliği bütün yönleriyle paylaşması, şayet varsa eksiklikler ve yetersizlikler hakkında gerçekçi bilgiler vermesi ve koordinasyon noktasındaki soru işaretlerini tatmin edici biçimde gidermeleri süreç yönetimi açısından elzemdir. Sosyal medya platformlarının etkili kullanılması ve farklı dillerde içerikler üretilerek konunun bütün boyutlarının ortaya koyulması da dijital çağda bir zaruret olarak karşımızda durmaktadır. Gazeteci ve televizyon çalışanları açısından bir diğer önemli husus da yağma ve diğer suçlarla ilgili münferit haberleri ön plana çıkararak motivasyonu düşürmek yerine sivil toplum ve devlet kurumlarının organize biçimde yürüttükleri pozitif çalışmaları ön plana çıkaran bir yayıncılık anlayışı benimsemeleridir. Manipülasyon ve dezenformasyon konusunda da iletişim araçlarının koordineli biçimde çalıştırılması, resmi kaynakların açıklamalarına itibar edilmesi, şüpheli paylaşımların teyit edilmeden dolaşıma sokulmaması gibi hususlar hayati öneme sahiptir. Dezenformasyonun toplumsal alandaki etkisini asgariye indirme noktasında ise sosyal medya okuryazarlığı seferberliği başlatılmalı ve teyit mekanizmalarına olan güven artırılmalıdır. AA