Prof. Dr. Souhail Chichah
İnsanların eylemlerine kahkahalarla gülmek, ağlamak ya da nefret duymak yerine onları anlamak için çaba sarf ettim. – Spinoza
Hamas tarafından 7 Ekim’de gerçekleştirilen saldırılar, Batı dünyasının İsrail-Filistin sorununu algıladığı temel çerçeveyi açığa çıkardı. Özellikle Hamas’ın kınanması meselesi tartışmaların odağına oturdu.
İsrailli sivillerin öldürülmesinden dolayı Hamas’ın kınanması meselesi aslında Filistin davasına sempati duyanları da yakından ilgilendiriyor. Batı’nın Hamas’ı kınamasının temelinde “siyasal İslam”ı reddetmesi yatsa da hem Hamas hem de İsrail işgalini eleştirenlerin çoğu için mevcut durum “siyasal İslam”dan kaynaklanmıyor. Bu insanların çoğunun Batı blokuyla benzer şekilde Hamas’ı kınamaları, Hamas’ın Cenevre Sözleşmesi’ni ihlal etmesinden ve Hamas lehine çifte standarda düşme kaygısından kaynaklanıyor.
Sivillere yönelik diğer saldırıların yanı sıra Hamas’ın bir müzik festivalini bombalaması ve yaklaşık 300 İsraillinin hayatını kaybetmesi kınanmalı mıdır? Hamas’ın gerekçelerine kulak vermeli miyiz? Uluslararası hukuk neyi emrediyor? Bir barış arayıcısı olarak ne söylemeliyiz?
“Hamas’tan gelen bu insanlar, insan formunda hayvanlardır.” – Nobel Ödüllü Şimon Peres
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, çatışmayı “insan formunda hayvanlara karşı mücadele” olarak nitelendirerek durumu insanlıktan çıkaran terimlerle ifade etti. Bu açıklama, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun daha önce Arapları “vahşi hayvanlar” olarak nitelemesiyle örtüşüyor ve Filistinlileri insan yerine koymayan söylemi de güçlendiriyor.
1994 Nobel Barış Ödülü sahibi ve eski İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, İsrail’de kökleşmiş bir tutum olan Filistinlileri insanlık dışı tasvir eden söylemin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Yaklaşık 15 yıl önce Hamas üyelerini “insansı hayvanlar” olarak nitelendirdi. Ancak Brüksel’de 2009 yılında büyük bir gazetede yayınlanan bu açıklama önemli bir tepki çekmedi. Bunun yerine, birkaç yıl sonra Brüksel Özgür Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktora unvanı verildi.
Batı’da Hamas’ın şeytanlaştırılması konusunda görüş birliğine varılırken, Hamas’ın bakış açısının büyük ölçüde görmezden gelindiği gözlemleniyor. Bu “ilkesel” ve genellemeci bir kınamadır. Bununla birlikte İsrail-Filistin meselesindeki kilit bir oyuncu olarak Hamas’ın siyasi mantığının anlaşılmaması siyasi müzakerelerin başlatılmasını ya da desteklenmesini de engelliyor. Bu durum şiddetin devam etmesi için tohumlar ekilmesine sebep oluyor.
Oslo Anlaşmaları bugün bu gerçeğin dokunaklı bir örneğini teşkil ediyor. Başlangıçta bu anlaşmaların iki devletli bir çözümün önünü açacağı ve bölgede uzun süredir devam eden şiddet ve gerginliklere son vereceği yönünde yaygın bir umut vardı. Ancak yıllar geçtikçe Oslo Anlaşması’nın uygulanması, İsrailli Yahudi yerleşimlerin genişlemesi, Filistinlilere tam egemenlik tanınmaması ve Kudüs’ün statüsüne ilişkin çözülmemiş sorular gibi zorlu engellerle karşılaştı. Sonuç olarak, anlaşmalarla ilgili bir zamanların coşkulu iyimserliği yavaş yavaş sönmeye yüz tuttu.
Dolayısıyla Hamas’ı anlamak müzakere şartları üzerinde bir anlaşmaya varmak için gereklidir; müzakerenin kendisi için de bir ön koşuldur.
Batı dünyası İsraillileri siviller olarak görürken; Hamas da diğer birçok Filistinli grup gibi özellikle işgal altındaki Batı Şeria’da yaşayan Yahudi yerleşimcileri “silahlı İsrail gücünün bir parçası” olarak görüyor. Hamas ayrıca İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerine karşılık verdiğini savunuyor ve bu ihlallere gösterilen tepkilerin çifte standart olduğunu söyleyerek eleştiriyor.
Uluslararası hukuk kimin hukukudur?
Siviller ve yerleşimciler arasındaki ayrım sadece terminolojik bir tanım değildir; etik, hukuki ve siyasi yorumlarla çerçevelenmiştir. Sadece hukuki metinleri değil, aynı zamanda sosyo-politik bağlamı ve uluslararası hukuk normlarının değişken yorumlarını da dikkate alan bir analiz gerektirir.
Daha fazla ayrıntıya girmeden önce İsrail sivil toplumu ile askeri altyapısı arasındaki derin ilişkinin çeşitli İsrailli entelektüellerin de dikkatini çektiğinin altını çizmek gerekiyor. Bu düşünce önderleri arasında, seçkin İsrailli köşe yazarı Gideon Levy bu konuda dikkate değer bir yorumcu olarak öne çıkıyor.
Hamas’ın İsraillilerin siviller yerine yerleşimciler olarak sınıflandırılması gerektiğini ileri süren argümanı uluslararası hukuk, özellikle işgal ve çatışma içeren bir bağlamda, iki grup arasında ayrım yapmak için bize ayrıntılı bir dizi kriter sunuyor. Yerleşimciler – siviller olarak – genellikle uluslararası insancıl hukuk (IHL) kapsamında doğrudan askeri eylemlerden korunurlar. Bununla birlikte, işgalin genişlemesi, yerleşimlerin yasa dışı olması ve Filistin düşmanı aktivitelere doğrudan katılım, sivillere mahsus bu korumanın uygulanmasını etkileyen nüansları ortaya koyuyor. Dahası, uluslararası toplum ağırlıklı olarak Yahudi yerleşimleri yasa dışı olarak görürken, İsrailli yetkililer bunları kendi iç hukukları kapsamında yasal kabul ediyor.
Bu da yerleşimcilerin IHL kapsamında korunan kişiler olarak mı yoksa yasa dışı bir faaliyetin gönüllü katılımcıları olarak mı görülmesi gerektiği konusunda etik ve hukuki soruları gündeme getiriyor.
Dahası, Cenevre Sözleşmeleri’nin ve uluslararası insan hukukunun ciddi ihlalleri konusunda uluslararası hukukun ortak görüşü büyük ölçüde Yahudi yerleşimleri yasaklamadan yana. Bu da Hamas’ın sorduğu soruyu daha da karmaşık hale getiriyor: 1948’den bugüne kadar, yerleşimcileri sivillerden ayırmak için hangi sınır dikkate alınmalıdır?
Hamas, Nekbe ve İsrail’in kuruluşundan günümüzdeki olaylara kadar uzanan bölgenin karmaşık tarihi dokusunu ortaya koyan temel bir soru ortaya atıyor. Bu sorgulama, sadece kabul etmekten daha fazlasını gerektiriyor ve çözüme yönelik bir bakış açısıyla esaslı bir müzakereyi zorunlu kılıyor. Meselenin bölgede yol açtığı ağır tablo ve küresel istikrar üzerindeki belirgin etkileri göz önüne alındığında, “Batılı” güçlerin süregelen ilgisizliği veya ihmali savunulamaz bir noktaya ulaşıyor.
Hamas tarafından dile getirilen ve İsrail şiddetine karşı Filistin’in desteklenmesi hususunda dikkate alınmayan uluslararası hukuk kurallarına bağlı kalınması gerekliliği ve Filistinlilerin de haklarını göz önünde bulunduran bir paradigma değişikliği başlatmak öncelikle ABD’nin görevidir.
Parmak mı, ay mı?
Derrida’nın bize çok yerinde bir şekilde hatırlattığı gibi her şey bir çerçeveleme meselesidir. Bu aynı zamanda savaş propagandasının da bir ilkesidir. Bu nedenle İsrail-Filistin sorununa yaklaşımda her türlü indirgemeciliği reddetmeli ve sorunun tüm karmaşıklığını yeniden ortaya koymalıyız: Sorun indirgenemez, özetlenemez ve hatta analiz için yalnızca Hamas’a odaklanılamaz.
Küresel olarak, yaklaşık 100 ülkeden diplomatlar mevcut silahlı çatışmaya bir dizi yanıt sundu. Bu ülkelerin yarısından azı Hamas’ı açıkça kınadı. Buna karşılık Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt, Suriye ve Irak gibi bölgesel aktörler de dahil olmak üzere diğerleri çatışmalardan İsrail’i sorumlu tuttu. Yaklaşık 20 ülke sürekli olarak İsrail’in meşru müdafaa hakkını, diğer aktörler devam eden şiddet patlamasının bir an önce yatıştırılmasını savundu.
Gerçekler ortada; İsrail-Filistin meselesi küresel bir sorundur. Bu sorun dünyayı kutuplaştırıyor. İsrail-Filistin meselesi bazıları için sömürgeciliğin ve ABD emperyalizminin sembolü; diğerleri için faşist geçmişlerinin telafisi ve demokrasinin bayrak taşıyıcısı. Bu durum Hamas’ın kurulmasından çok önce de böyleydi.
Filistin halkı içindeki farklı seslerden biri olan Hamas’a gelince, Nobel ödüllü Şimon Peres’in iddia ettiğinin aksine Hamas artık bir “hayvan” olarak görülmemelidir. Her siyasi aktörün bir rasyonalitesi vardır; bu rasyonaliteyi dinlemeyi reddetmek siyaseti reddetmekten başka bir şey değildir. Yani bugün Hamas, dün Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) örneğinde olduğu gibi silahlı şiddete başvuruyor. İsrailli kurbanlar Filistinli kurbanların karşısında durmuyor, aksine her iki taraf da ortak bir trajedinin bir parçası.
Sonuç olarak, samimi ve kalıcı bir barışa ulaşmaya kararlı olanların, sadece bir olaya odaklanmak yerine, İsrail-Filistin meselesini kapsamlı bir şekilde incelemesi gerekiyor. Bakılması gereken Hamas’ın şu anda uluslararası hukuka parmak basıp basmadığı değil; parmağın gösterdiği yer; yani uluslararası hukuktur. Çünkü parmak ayı gösterirken aya bakılmaz. AA