Dr. Hakkı Uygur
7 Ekim’de gerçekleşen ve bölge tarihinde daha şimdiden bir dönüm noktası haline gelen Hamas’ın Aksa Tufanı adını verdiği saldırılar farklı boyutlarıyla tartışılmaya devam ediyor. İsraillerinin kayıpları ve yarattığı şok açısından Holokost ile kıyasladıkları operasyonun yalnızca Hamas tarafından mı planlanıp uygulamaya sokulduğu yoksa arkasında farklı devletlerin mi bulunduğu hususu da sık sorulan sorulardan biri. Zira Hamas bu eylemiyle geçmişte ortaya koyduğu kapasitesini ciddi biçimde aşarak gözlemcileri şaşırttı. İran’ın kurulduğu günden beri Hamas ile geliştirdiği ilişkiler ve son dönemde Tahran’daki askeri yetkililerden gelen destek açıklamaları doğal olarak dikkatlerin İran üzerine de çevrilmesine neden oldu.
İranlıların Filistin konusuna ilgisi ve Hamas ile irtibatları yeni bir durum değil. Ayetullah Humeyni’nin 1963’te tutuklanarak yurt dışına sürgüne gönderilmesine neden olan ünlü Fevziye Medresesi’ndeki konuşmasında tepki gösterdiği konular arasında Şah’ın Ak Devrimi kadar İsrail ile geliştirilen ilişkiler de vardı. Nitekim sonradan devrimi gerçekleştiren kadroların bir kısmı daha yetmişli yıllarda İsrail karşıtı Arap ülkelerinde gerilla eğitimi almış ve bir kısmı İran içinde çeşitli eylemler gerçekleştirmişti. Devrim ile birlikte ülkeyi ilk ziyaret eden liderlerden birisi Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) efsanevi lideri Yasir Arafat oldu ve ülkedeki İsrail temsilciliği örgüte tahsis edildi. Bununla birlikte Irak savaşıyla birlikte FKÖ’nün Saddam Hüseyin yanlısı tutumu ilişkileri kopma noktasına getirdi. 1987’de İslami ideolojiye sahip Hamas’ın kurulması Tahran’da memnuniyetle karşılandı. Sürekli gelişen ilişkiler Suriye’deki halk devriminin başlamasıyla bozuldu ancak iç savaşın sona yaklaşmasıyla birlikte ilişkiler tekrar rayına oturdu.
Direniş ekseni nedir?
İranlıların devrimin başından itibaren Lübnan ve Suriye ile geliştirdiği yakın işbirliğine 2003 yılında Irak’ın işgaliyle bu ülke de katıldı ve bu şekilde İranlıların Direniş Ekseni adını verdikleri bir kuşak ve siyasi yapılanmalar bütünü meydana geldi. İranlı siyaset teorisyenlerinin sıklıkla atıfta bulundukları teoriye göre İran, İslam dünyasının merkezi; “Ümmül Kurası” olarak Direniş Ekseni’nin kalbinde yer alırken, mezkur eksendeki diğer devletler ve yapılanmalar da “Büyük Şeytan” Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail ekseni karşısındaki cepheyi teşkil ediyor. Arap Baharı sonrası gelişmelerle Zeydi Husilerin Yemen’de iktidarı ele geçirmeleri de İran’ı geleneksel olarak zayıf olduğu Kızıl Deniz-Babu’l Mendeb bölgesinde etkin hale getirdi. Tahran özellikle Suudi-Ensarullah savaşı esnasında örgüte çok sayıda füze ve SİHA gönderdi ve hatta teknoloji transferinde bulundu. ABD’nin son 10 yıldır bölgeye yönelik politikaları ilginç biçimde müttefik olarak nitelendirdiği ülkeleri zayıflatırken “hasım” İran, tarihinde olmadığı kadar Kızıl Deniz, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz üçgeninde etkili bir aktör haline dönüştü.
Humeyni sonrası zayıflayan İslamcı ideolojinin yerini zamanla Fars/İran milliyetçiliğine bırakmasına ve bu durumun iç ve dış politikadaki önemli yansımalarına rağmen İranlı yetkililer mezkur jeopolitik oluşumun sunduğu fırsatları değerlendirmekten geri kalmadı. Söz konusu direniş kuşağı unsurlarının hepsinin Arap kimliğine sahip olması, İsrail meselesinin Şii ya da Sünni Arap sokağındaki karşılığını bilen İran için fırsat alanı yarattı. Tahran bu durumu ustaca kullandı ve ABD ile İsrail’in karşısına çıkardığı örgütlerle asgari bedel ödeyerek en fazla darbeyi vurma yönetimi izledi. İsrail’in Irak ve Suriye’deki silah transferlerini engelleme çabaları, nükleer tesislere sabotaj ya da bilim adamlarına suikast gibi İran içindeki eylemleri ve Suudi yetkililerin “artık çatışmayı İran içine taşıyacağız” söylemlerinin belirli sonuçları olsa da Tahran’ı stratejik olarak geriletemedi.
Aksa Tufanı ve İran
Hamas’ın son saldırıları İran içinde büyük bir sevinç yarattı ve İsrail’in günlerinin sayılı olduğu yönündeki resmi anlatıyı destekleyecek bir gelişme olarak sunuldu. İranlı birçok isim bu eylemi İran açısından “stratejik sabrın” sonu ve İran hedeflerine yönelik İsrail’in ve ABD’nin son 10 yıldaki saldırılarına yanıt olarak yorumladı. Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan “Eksen” ülkelerini ziyaret etti ve Katar’da bulunan Hamas Siyasi Lideri İsmail Heniyye ile de görüşerek son gelişmelerde ülkesinin inisiyatif sahibi olduğunu göstermeye çalıştı. Bununla birlikte İranlı yetkililer ilk günden itibaren herhangi bir misillemeye mazeret oluşturmamak adına açıklamalarına dikkat ettiler. Başta ülke lideri Hamaney olmak üzere yetkililer, olayların tamamen Hamas’ın iç planlaması ve harekatı olduğunun altını çizerken kendilerinin yalnızca politik destek verdiklerini ileri sürdüler. Abdullahiyan’ın özellikle Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ile yaptığı görüşmeden sonra eksen adına yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi. Olaylardan yalnızca birkaç gün sonra bu gezisi ile İranlı Bakan askeri çatışmanın sona ermesinden sonra kurulacak müzakere masasındaki asıl muhatabın Tahran olduğu mesajını vermeye çalıştı ve saldırılarının devam etmesi durumunda direniş güçlerinin kendiliğinden harekete geçeceğini, hatta önleyici adımlar atabileceklerini ve bütün ellerin tetikte olduğunu söyledi. Söz konusu grupların özerk karar verdikleri, dolayısıyla İran’ın bu grupları durdurmak için bir şey yapamayacağı yönündeki ifadeler gerek bakanlık gerekse de ülkedeki çeşitli yetkililer tarafından sıklıkla dile getirildi.
İran’ın uzun soluklu bölgesel stratejisine bakıldığında tüm İsrail ve ABD karşıtı söyleme rağmen bu ülkelerle doğrudan karşı karşıya gelmemek için ihtiyatlı davrandığı görülüyor. Öyle ki ülkenin ulusal kahramanı haline getirilen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani 2020 başında bir ABD operasyonu ile Bağdat’ta öldürüldüğünde Tahran pratikte son derece ölçülü davranırken tepkisini daha çok propaganda faaliyetleriyle vermeyi tercih etmişti. Bugün gelinen noktada İranlı yetkililerin de açıkça belirttiği gibi ülke doğrudan bir İsrail ya da ABD saldırısına maruz kalmadığı müddetçe Filistin ve Gazze’de durum ne kadar ağırlaşırsa ağırlaşsın İran’ın herhangi bir askeri müdahalede bulunmayacağı aşikardır. Bununla birlikte başta Hizbullah olmak üzere bölgesel vekillerin harekete geçmesi ciddi bir olasılıktır. Daha şimdiden Hizbullah kuzey sınırlarından İsrail’e ondan fazla saldırı düzenledi ve 25 civarında militanını kaybetti. Benzer küçük ölçekli saldırılar Irak ve Suriye’deki ABD varlığını da hedef almaya başlarken yine Yemen’den İsrail’e fırlatılan seyir füzelerinin ABD tarafından etkisiz hale getirildiğine dair haberler de mevcut. Bu durum Gazze’ye olası bir saldırı durumunda başta Hizbullah olmak üzere vekil örgütlerin tepkisinin geniş ölçekli bir bölgesel çatışmaya hazır oldukları şeklinde yorumlanabilir.
Bununla birlikte ilk günden itibaren, bölgesel çatışma bağlamında, artçı dalgaların ana sarsıntı kadar şiddetli olmayacağını düşünüyorum. Başta ABD’nin Irak ve Suriye’deki çıkarları olmak üzere çatışmaların geniş kapsamlı hale gelmesi halinde herkesin kaybedeceği çok fazla şey var. Biden yönetiminin çok hazzetmediği Netanyahu’nun, pratik kazanımları çok sınırlı olacak, buna mukabil küresel ABD karşıtlığını körükleyecek askeri maceralarını desteklemekten ziyade, enerji fiyatlarını kontrol altında tutmaktan, İran ile nükleer anlaşmaya dönmeye, oradan yaklaşan ABD seçimlerine kadar farklı öncelikleri bulunmaktadır. Yine Washington’un olayların İran ile bağlantılı olmadığı hususunda Tahran yönetiminden daha ısrarlı açıklamalar yapması da çatışmaların yayılmasını istemediği yönünde değerlendirilmelidir.
Son bir husus olarak 7 Ekim saldırılarıyla tekrar gündeme gelen İran’ın bölgesel politikaları Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. 44 yıldır sürekli olarak ABD/İsrail karşıtı sloganlar atan ülke, özellikle 11 Eylül sonrası ABD politikaları sayesinde bölgesel nüfuzunu benzeri görülmemiş ölçüde artırmıştı. Bunda ABD’nin zayıflattığı merkezi hükümetlerden oluşan güç boşluğunu doldurması özellikle etkiliydi. Nitekim İsrail’in kırılganlığını ve zaafını net bir şekilde ortaya koyan son saldırılarda da İran medyasının ve yarı resmi isimlerinin İsrail kadar Türkiye, Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerini de hedefe koymaları dikkati çekicidir. İran’ın açıkladığı ve uyguladığı (ilami-imali) politikalar arasındaki mesafe ülkenin yakın gelecekteki muhtemel bölgesel politikalarının yönü konusunda soru işaretlerine yol açıyor. AA