Dr. Bilgehan Alagöz (Marmara Üniversitesi)
10 Mart 2023’te, Çin’in ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıda 7 yıllık bir kesintinin ardından İran ve Suudi Arabistan diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmeye karar verdi. Esasen iki ülke arasındaki görüşmeler Nisan 2021’de Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda başladı. 5 tur halinde yapılan görüşmeler her iki ülkenin de etkin olduğu Yemen krizi konusunda tıkandı. Dolayısıyla İran ve Suudi Arabistan uzlaşmasının Yemen’e yansımalarının ne yönde olacağı hususu uluslararası toplumun merak ettiği temel konu oldu.
Yemen’deki iç savaşın arka planı
Ocak 2011’de Arap Baharı’nın bir devamı olarak Yemen’de başlayan olaylarla bugüne kadar süren iç savaşın temelleri atıldı. Yemen’de durumun daha karmaşık bir hale gelmesi ve sürece İran ve Suudi Arabistan’ın dahil olmasından dolayı 2014-2015 yılları önemli bir dönüm noktasıdır. Eylül 2014’te Ensarullah olarak da bilinen ve Şiiliğin Zeydi koluna mensup Husilerin başkent Sana’yı ele geçirmesiyle birlikte Suudi Arabistan, İran’ın Husileri desteklediği yönündeki iddialarını yüksek sesle dile getirmeye başladı. 2015 yılına gelindiğindeyse Husilerin başlattığı protestolar, devlet kurumlarını kontrol altına alma aşamasına geldi. Buna istinaden, dönemin Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi, 25 Mart 2015’te Birleşmiş Milletler’e (BM) bir mektup yazarak Husilerin ilerleyişinin bir darbe olduğunu ve bu durumun BM Antlaşması’nın 51. maddesi ve Arap Birliği anlaşmalarına aykırı olduğunu belirtti. Hadi BM’den, bunu durdurmaya gönüllü ülkelerin askeri müdahalesine yetki veren bir karar almasını istedi. Bu gelişmelerin üzerine Suudi Arabistan liderliğinde 10 ülkeden oluşan koalisyon gücü 26 Mart 2015’te Yemen’e askeri operasyon başlattı. Böylelikle Yemen’deki olaylar bir iç savaş olmanın ötesine geçip İran ve Suudi Arabistan arasında yaşanan en önemli vekalet savaşlarından biri haline geldi.
İran ve Suudi Arabistan için Yemen’in önemi
Bu bağlamda İran ve Suudi Arabistan’ın Yemen’e stratejik açıdan farklı önemler atfettiğini belirtmek gerekiyor. İran dış politikasının en önemli unsurunu Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’i kapsayan ve “direniş ekseni” olarak tanımlanan bir bölge oluşturuyor. Yemen ise İran’ın bölgedeki en önemli rakiplerinden biri olan Suudi Arabistan’a karşı stratejik üstünlük sağlayabileceği bir ülke konumundadır. Zira İran’a göre, Yemen kıyılarından Kızıldeniz’in çıkışına kadar olan bölgenin büyük bir bölümünde nüfuz kurmak mümkündür ve Aden Körfezi’ne hakim olmak, önemli petrol yollarını kontrol etmek demektir. Hürmüz Boğazı’nı elinde bulundurarak Basra Körfezi’ndeki petrol geçişini denetim altında tutan İran, Husilerle kurduğu ilişki üzerinden Yemen’in kuzeyinde de etki oluşturmayı hedefliyor ve böylelikle enerji yollarını kendi himayesi altına almayı arzuluyor.
İran’ın Husiler üzerinden Yemen’de sağladığı nüfuz, Suudi Arabistan açısından ciddi bir tehdit olarak görülüyor. Çünkü Suudi Arabistan, İran’ın bu denli bir güce sahip olmasını kendi çıkarları açısından risk olarak algılıyor. Suudi Arabistan, Yemen ile 1800 kilometrelik bir sınırı paylaşıyor. Bu nedenle, Yemen’deki herhangi bir siyasi veya ekonomik istikrarsızlık ya da İran gibi bölgesel bir rakibin Yemen’de güç elde etmesi, sınır güvenliği de dahil olmak üzere pek çok konuda Suudi Arabistan’ı doğrudan etkileyecek bir ulusal güvenlik konusudur. Dolayısıyla Yemen, İran için ikincil bir konu iken Suudi Arabistan için birincil bir konudur.
Ayrıca İran’ın nükleer programından ötürü maruz kaldığı ekonomik yaptırımların etkisiyle ekonomik sıkıntılar yaşadığını da belirtmek gerekir. İran, kendisi için daha öncelikli alanlar olan Suriye ve Irak’taki askeri harcamaların maliyetini ancak karşılayabiliyor. Keza Güney Kafkasya’daki gelişmeler de İran için giderek daha önemli hale geliyor. Bu noktada Yemen’e maddi destek vermek, İran için karşılanması maliyetli bir hale geliyor. Dolayısıyla İran ve Suudi Arabistan’ın Yemen’e olan bakış açıları arasındaki farkları tüm bu hususlar ekseninde değerlendirmek gerekir.
İran-Suudi Arabistan uzlaşması sonrası Yemen
10 Mart’ta yapılan İran-Suudi Arabistan uzlaşmasına dönecek olursak resmi anlaşma metninde Yemen’i doğrudan zikreden bir ifade olmadığını belirtmek gerekiyor. Ancak metindeki “Üç ülke de bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamaya yönelik her türlü çabayı gösterecek.” şeklinde yer alan maddeyle Yemen’in kastedildiği uluslararası çevrelerde gündeme geldi. Nitekim anlaşmanın hemen ardından hem Husilerin hem de Suudi destekli hükümetin anlaşmaya dair olumlu açıklamalar yapması, İran-Suudi Arabistan uzlaşmasının Yemen’de yapıcı bir sürecin başlamasında etkili olacağını gösteriyor.
Ancak süreçle ilgili önemli kırılganlıklar söz konusu. Yemen’de BM arabuluculuğuyla taraflar arasında 2 Nisan 2022’de ilan edilen ateşkes, 2 Ekim 2022’de sona erdi ve taraflar arasında henüz yeni bir ateşkes anlaşması imzalanmadı. Dolayısıyla Yemen’de hala hassas bir zemin söz konusu. Bu noktada İran ve Suudi Arabistan arasında varılan uzlaşmada Yemenli yerel aktörlerin bulunmaması önemli bir eksiklik. Zira herhangi bir anlaşmayı sürdürülebilir kılmak için yerel unsurların varlığı kritik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda Suudi Arabistan bu eksikliği gidermek için önemli bir girişimde bulundu ve 9 Nisan 2023’te Suudi Arabistan’ın Yemen Büyükelçisi Said el-Cebir ile İran destekli Husilerin Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat bir araya geldi. Suudi Arabistan Yemen’deki yerel müttefikleriyle de bir araya gelmek suretiyle bir yol haritası çıkararak Yemen’de somut bir sonuç çıkmasında kararlı olduğunu gösterdi. Diğer bir önemli gelişmeyse 16 Nisan’da Husilerin bir açıklama yayınlayarak Yemen merkezi hükümetiyle bir mahkum takası anlaşması yapılmasının gündemde olduğunu açıklamasıyla gerçekleşti.
Olası senaryolar
Bugün Husiler, nüfusun çoğunun ikamet ettiği başkent Sana dahil kuzeydeki dağlık bölgeleri sıkı bir şekilde kontrol ederken Suudi Arabistan’ın Yemenli müttefikleri pek çok konuda bölünmüş durumda. O sebeple Suudi Arabistan’ın önceliği ülke limanlarının ve yollarının tamamen açılması gibi somut konulardır. Bu somut kazanımlar gerçekleşirse, Suudi Arabistan Husilerle ülkenin siyasi geleceği hakkında görüşmeyi ve Yemen içindeki tüm aktörlerin desteklediği 2 yıllık bir geçiş dönemi öngörüyor. Ancak Husilerin buna olumlu bir karşılık verip vermeyeceği, en önemlisi İran’ın bu süreçte sabote edici bir tavır sergileyip sergilemeyeceği belirsizliğini koruyor.
Yemen’deki hadiseler ilk başladığı andan itibaren diğer Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinden farklı bir şekilde ilerledi. Zira burada sadece demokrasi ve reform talep eden halk ve onun karşısında yer alan iktidar arasındaki mücadele ve bunlarla iltisaklı grupları destekleyen dış güçler bulunmuyor. Yemen’de aynı zamanda siyasi elitler arasındaki rekabete dayalı bir iç karışıklık da söz konusudur. Hükümet yetkilerinin ülkedeki çeşitli aşiretler arasında paylaşıldığı Yemen’de, siyasi ve sosyal etkiye sahip ailelerin nüfuz mücadelesi özellikle 2011’deki olayların başlangıcında oldukça etkili oldu ve bu durum farklı boyutlarda hala devam ediyor. Dolayısıyla İran ve Suudi Arabistan, Yemen’deki uyuşmazlığın temel aktörleri olmaktan ziyade savaşın derinleşmesini sağlayan dış aktörlerdir. Bu bağlamda Yemen’de kalıcı bir çözümün olması için bu 2 dış aktörün uzlaşma sağlaması önemli olduğu kadar yerel aktörlerin barışı ne oranda istediği de önemlidir. Görünen o ki Suudi Arabistan Yemen’de kalıcı bir çözümü kendi ulusal güvenliği için hayati görüyor ve bunun da yerel aktörler arasındaki dengeler yoluyla sağlanacağının bilincinde. Ancak İran’ın kısa vadede Suudi Arabistan ile sağladığı uzlaşmaya sadık kalacağı öngörülebilir bir durum iken uzun vadede Yemen’e dönük yapıcı bir tutum içinde olup olmayacağı yönünde henüz net bir gösterge bulunmuyor. AA