Güç dengesi, bir ülkenin askeri, siyasi, ekonomik ve bilimsel olarak diğerlerinin aleyhine her türlü kaynağın kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyerek, ülkeler arasındaki dengeyi muhafaza etmeyi öngören siyasal bir teoridir.
Uluslararası ilişkilerin başlangıcı olan 1648 Westphalia Barışı ile birlikte devletler artık din savaşlarını bırakmış, ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardır. Ulusal çıkarların öne çıkmasıyla birlikte, bazı devletler güçlenerek sistemde etkin hale gelmiş, bazı devletler ise uluslararası sistemdeki güçlerini yitirmişlerdir. Güçlenen devletlerin bazıları, çeşitli dönemlerde sisteme egemen olmaya çalışmış, ancak bu durum sistemdeki diğer devletler tarafından dengelenmeye çalışılmıştır. Westphalia Barışı’ndan hemen sonra 1789’a kadar Fransa sisteme egemen olmaya çalışmış, ancak bu sistemdeki diğer güçlü devletler tarafından durdurulmuştur. 1789’dan sonra yine Fransa, Napolyon önderliğinde uluslararası sisteme egemen olmaya çalışmış, ancak 1815 Viyana Kongresi ile Fransa yine engellenmiştir.
1815 Viyana Kongresi’nden 1871’e kadar olan dönem ise, ‘’Avrupa Uyumu’’ olarak adlandırılmaktadır. Avrupa Uyumu’nun olduğu dönemde herhangi bir güç sisteme egemen olmak için girişimlerde bulunmamıştır. Bu dönemde devletler; Fransız Devriminden sonra yayılmaya başlayan milliyetçilik, liberalizm, demokrasi, özgürlük gibi düşüncelere karşı birlikte hareket ederek mevcut düzeni korumak istemişlerdir.
Güç dengesi sistemi, güçlerinin yaklaşık olarak eşit olduğu varsayılan ulusal devletlerden oluşmaktadır. Sistem içindeki hiçbir koalisyonun veya devletin sistemin yıkılmasına yol açacak şekilde üstünlük kurmasına izin verilmemektedir. Her bir devlet, kapasitesini arttırma ve sistemde başat duruma geçme güdüsüyle hareket ettiği için diğerlerinin bu doğrultudaki amaçlarına engel olmaktadır. Dolayısıyla, hiçbir devlet diğerlerinin üzerinde sürekli bir hâkimiyet kuramamaktadır. Bunda en önemli etken, güçlerin yaklaşık olarak birbirine yakın olmasıdır. Bazen bir devletin öne çıktığı görülse de bu durum geçicidir.
Öte yandan, ittifaklar, geçici amaçlar için yapıldığından kısa sürelidir ve amaçların gerçekleşmesiyle birlikte sona ermektedir. Güç dengesi sisteminde, devletler bu nedenle istikrarlı bloklar oluşturamazlar. Çünkü, bunların temelini oluşturan çıkarların her an değişmesi söz konusudur. Ayrıca bu tür sistemlerde, devletler arasında yalnızca ideolojiye dayanan ittifaklar görülmemektedir. Başka bir deyişle, güç dengesi sisteminde farklı ideolojilere sahip devletler ittifaklar oluşturabilecekleri gibi, benzer ideolojiyi benimsemiş devletler ittifak oluşturma gereğini duymayabilirler. Devletler arasında gücün dengelenmesi ya ağır tarafın hafifletilmesi ya da hafif tarafa ağırlık verilmesiyle olmaktadır. Bunun için kullanılan bazı yöntemler; böl ve yönet, silahlanma, ittifakların ve koalisyonların kurulmasıdır. Devletin yaşamını sürdürmesi, statükonun devamı için bir şart olarak görülmektedir. Güç dengesinin sağlanmasında her bir devlet eşit güçte olabileceği gibi, bir taraf diğerlerinden üstün de olabilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkilerde oldukça köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Öncelikle tarih boyunca güç dengesinin merkezi konumunda bulunan ve Avrupa’da; Avrupa devletleri savaş sonrası büyük yıkıntılara uğramış, büyük maddi ve manevi zarara uğramışlardır. Avrupa’nın savaş sonrası güç merkezi olarak dünya politika sahnesinden çekilmesinden sonra dünya, kesin çizgiyle ABD ve Sovyetler Birliği’nin çevresinde ”iki kutuplu” bir nitelik arz eden ve Soğuk Savaş adı verilen bir güç dengesine kavuşmuştur. Burada iki süper gücün birbirini mağlup etmeyi göze alamaması, ya da birinin diğerinden korkmaması, bir şekilde iki-kutuplu güç dengesinin sağlanmış olması, uluslararası sisteme denge getirmiştir.