Arş. Gör. Pelin Sultan Kara (Yozgat Bozok Üniversitesi)
İnsanlar doğaları gereği kendilerini hem psikolojik, hem fizyolojik olarak rahat hissedebilecekleri bölgelerde yaşamayı tercih ederler. Bu sebeple ikamet ettikleri bölgenin yaşam koşullarının, insani yaşanılabilirlik koşullarına uyumlu olması gerekmektedir. Çatışmalar, ekonomik koşullar, din, siyaset, eğitim, ekolojik sorunlar vb. insanların bulundukları bölgelerden ayrılmalarına sebep olabilmektedir. Bulundukları yerlerden, farklı yerlere yönelerek bir idari sınırı aşan insan hareketi olarak bilinen göç kavranın günümüzde ve gelecekteki en büyük sebebinin çevresel faktörler ve iklim olması beklenmektedir.
Küresel ısınma ve bu ısınmaya bağlı felaketler ciddi anlamda hissedilir duruma gelmiştir. Sıcaklık değerinin artışı; kuraklık, çölleşme, buzullarda erime, su seviyelerinin yükselmesi, aşırı buharlaşmaya bağlı şiddetli yağışlar, yağış rejiminde değişiklik, büyük çaplı seller, su taşkınları ve yangınlara sebebiyet vermektedir. Birleşmiş Milletler gözetiminde sürdürülen Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin raporuna göre, gelecek yirmi yıl içerisinde sıcaklık artışının 1,5 dereceyi bulması beklenmektedir. Sıcaklıktaki bu artış buzullarda ciddi oranda erimeye sebep olurken, deniz seviyesinde bir metrenin üzerinde yükselişe neden olacağı tahmin edilmektedir. Böyle bir olayın gerçekleşmesi durumunda, deniz seviyesinin altındaki şehirler sular altında kalacak, yükseltisi az şehirler su taşkınlarıyla mücadele etmek zorunda kalacak, pek çok sahil şeridinin fiziki yapısında değişim görülecektir.
Toplumun genelinde şiddete bağlı göç eden insan sayısı daha fazlaymış gibi bir algı bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) istatistiklerine göre 2010 yılından bu güne kadar 21,5 milyon insan iklime bağlı sebeplerle göç etmek zorunda kalmıştır. Dünya Bankası 2050 yılına kadar 216 milyon kişinin, iklim koşullarının elverişsizliği nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kalacağını öngörmektedir.[1]
Büyük Okyanusta yer alan, dokuz adadan oluşan bir ülke olan Tuvalu tamamen sular altında kalma tehlikesi altındadır. Adalarından biri 1997 yılında tamamen sular altında kalan ülke, Fiji, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya büyük ölçüde göç vermiştir. 2019 yılında İtalya’da deniz seviyesinin yükselmesi sebebiyle Venedik’te büyük çaplı su baskını yaşanmıştır. 2005 Katrina, 2012 Sandy, 2019 Dorian kasırgaları Amerika Birleşik Devletleri sahil şeridinde yıkıcı etkiler göstermiştir. 2016 El- Nino kasırgası Orta ve Güney Amerika, Asya ve Pasifikte büyük zararlara sebep vermiştir. 2019 yılı Güney Avustralya’da büyük çapta bir yangına şahit olmuştur. 6 ay süren yangında sekiz milyon hektara yakın, çoğunluğu ormanlık arazi yanmış, 28 kişi hayatını kaybetmiş, 1,1 milyona yakın hayvan ölmüştür. Pasifikte başka bir ada topluluğu olan Kiribati’nin 2050 yılında tamamen sular altında kalması beklenmektedir. Hint okyanusunda yer alan Maldiv Adaları deniz seviyesindeki yükseliş ve denizin tuzluluk oranındaki azalış yüzünden, deniz canlılarının yok olma tehlikesiyle mücadele etmektedir.[2] Bu büyük felaket örneklerinin yakın geleceğimizde sık sık kapımızı çalması beklenmektedir. Bu durumda yerleşim alanları insanların yaşamına elverişli olmadığı için çok fazla insan yurtlarını terk etmek durumunda kalacaktır.
İklime bağlı göç, büyük felaketlerin yanı sıra, mevsimsel değişimler, su kaynaklarının azalması, düzensiz yağışlar, toprağın verimsizleşmesi gibi sebeplerle de ortaya çıkabilmektedir. Kırsalda ve köylerde toprak veriminin düşmesi sebebiyle istenen seviyede mahsul elde edilememesine bağlı olarak insanlar geçim sıkıntısı yaşamakta, bu yüzden yurtlarını terk edip büyük şehirlere göç etmektedirler. Bu durum kentsel alanda güvenlik sorununu artırırken, güvenilir gıda konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır. Pek çok yerde insanlar temiz su kaynaklarına erişim konusunda sıkıntı yaşamaktadır. Aşırı ısınma sebebiyle temiz su kaynaklarına erişim konusundaki sorunlar gittikçe artacaktır. Bu hem canlıların temel besin maddesi olan suyun eksikliğine bağlı canlı hayatını tehdit ederken, hijyen konusunda da yetersizliklere sebebiyet vererek, salgın hastalıkları artıracaktır. İklim değişikliği sebebiyle dünya haritasında değişimler yaşanacağı muhtemeldir. Buzulların erimesi sonucu ada devletleri yok olacak, deniz yollarında değişiklikler görülecektir. Bu ada devletlerinden insanlar göç etmek durumunda kalacak ve göç ettikleri ülkelerde ise çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Aynı zamanda deniz yolu rotalarındaki değişimler ise ticaret gelirlerini etkileyeceği için ülkeler arası çatışmaları tetikleme riski taşımaktadır. Küresel ısınma ve iklim değişimi hali hazırda kıt olan verimli toprak, su kaynakları, deniz canlılarını daha da erişilmez hale getirecektir. Kaynakların hem ülke vatandaşlarına yetersizliği hem de göçle gelen nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmesi, göç alan devletleri sınır güvenliği konusunda daha hassas hale getirecektir.[3]
Örneklerde belirtilenler doğrultusunda iklim değişikliğinin etkilerini iklim süreçleri (deniz seviyesindeki yükselme, toprağın verimsizleşmesi vb.) ve iklim olayları (kasırga, su baskını vb.) olarak iki grupta sınıflandırabiliriz. Süreçlere bağlı göçler daha zamana yayılan ve öngörülebilir olurken olaylara bağlı olan göçler bir anda gerçekleşebilmektedir. İklime bağlı göçün yaşandığı ve gelecekte daha büyük oranlara ulaşacağı açıkken, çevresel nedenlerle göç edenlerin hukuki durumu tartışmaya açıktır.
Mülteci kavramı ilk olarak, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi Madde 1[4]’de tanımlanmıştır. Fakat bu madde din, ırk, tabiiyet, sosyal sınıf gibi sebeplerle zulme maruz bırakılan insanlar diyerek sınırlandırma koymuş, çevresel sebeplerle göç edenlerden bahsetmemiştir. Çevre mültecileri kavramı ilk olarak 1985 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı raporunda kullanılmıştır. Rapora göre yaşamlarını riske sokacak ve yaşam kalitelerini etkileyecek, insan veya doğa kaynaklı riskler sonucunda yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan insanlar ‘çevre mültecileri’ olarak tanımlanmıştır. Raporda tanımlanmış olmasına rağmen çevre mültecileri henüz Cenevre Sözleşmesi’nin kapsamının dışındadırlar. Uluslararası Göç Örgütü (IMO) 1992 yılındaki ‘Çevre ve Göç’ raporuyla insanların çevresel felaketlerin haricinde, iklim değişikliği sebebiyle göç ettiğini belirtirken, çevresel mülteci veya iklim mültecisi şeklinde tabir etmekten ziyade çevresel nedenlerle yer değiştirmek durumunda kalan insanlar demekle yetinmiştir. İklim nedeniyle göç eden insanlar uzun yıllardır var olmasına rağmen, ilk defa 2016 Paris Antlaşmasında resmi olarak tanımlanarak uluslararası bir sözleşmede yer edinmiştir.
İklimin sınır aşan çevre sorunu olduğu gibi iklime bağlı göçler de sınır aşan güvenlik sorunlarının bir parçası olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple önce kavramın uluslararası antlaşmalar, sözleşmeler ve hukuki metinlerde yer edinmesi gerekmektedir. İklim veya iklim mültecilerinin doğrudan bir güvenlik sorunu çıkarmaları için henüz somut bir örnek olmayabilir, fakat göç alan ülkelerde yaşanan kaynak kıtlığı göçle gelenler ile yerel halk harasında çatışma çıkmasına sebebiyet verebilir. Göç alan ülkelerin kendi kırılgan ve istikrarsız yapıları aldıkları göçler sebebiyle daha hassas bir hale bürünüp olası çatışmalara zemin hazırlayabilir. Gelişmiş ülkeler ekonomileri sebebiyle göçü tolere edebilirken, gelişmemiş ülke ekonomilerinde yaratacakları ek külfet iç çatışmalara sebebiyet verirken, ülkeler arası aşırı ırkçı fikirlerin oluşmasına ve çatışmalara sebep olabilir. Ülkeler göçmen almak istemedikleri için sınır güvenliğinde daha hassas hale bürünüp, sınırlarda şiddetli çatışmalar yaşanabilir.
Hali hazırda şiddete ve iklime bağlı göçler mevcuttur ve giderek bunların artacağı aşikâr bir durumdur. Bu sebeple artık ülkelerin güvenlik politikalarında bu duruma daha ciddi düzenlemelerle yer vermeleri gerekirken, ihtiyaç görülen ülkelerde ‘Göç/Göçmen Bakanlıklarının’ kurulmasına yönelik politikalar geliştirilmedir. Konu sınır aşan güvenlik konusu olması sebebiyle uluslararası sözleşmelerde yer edinmesi gerekmektedir.
Başvurular
Deniz-Web.com. “İklim Değişikliği Kaynaklı Göçlerin Ulusal Ve Çevresel Güvenlik Açısından Değerlendirilmesi || Global Savunma – Strateji – Güvenlik – Savaş Teknolojileri – İstihbarat”. Erişim 22 Aralık 2022. https://www.globalsavunma.com.tr/iklim-degisikligi-kaynakli-goclerin-ulusal-ve-cevresel-guvenlik-acisindan-degerlendirilmesi.html.
Ekibi, Asterisk2050 Proje. “Yeni Bir İnsanlık Krizi: İklim Göçü”. Daktilo 1984 (blog), 25 Mart 2022. https://daktilo1984.com/asterisk2050/yeni-bir-insanlik-krizi-iklim-gocu/.
Yılmaz, Fırat Harun, ve Mücahit Navruz. “Küresel İklim Değişikliği, İklim Mültecileri Ve Güvenlik”, 2019.
[1] Asterisk2050 Proje Ekibi, “Yeni Bir İnsanlık Krizi: İklim Göçü”, Daktilo 1984 (blog), 25 Mart 2022, https://daktilo1984.com/asterisk2050/yeni-bir-insanlik-krizi-iklim-gocu/.
[2] Deniz-Web.com, “İklim Değişikliği Kaynaklı Göçlerin Ulusal Ve Çevresel Güvenlik Açısından Değerlendirilmesi || Global Savunma – Strateji – Güvenlik – Savaş Teknolojileri – İstihbarat”, erişim 22 Aralık 2022, https://www.globalsavunma.com.tr/iklim-degisikligi-kaynakli-goclerin-ulusal-ve-cevresel-guvenlik-acisindan-degerlendirilmesi.html.
[3] Fırat Harun Yılmaz ve Mücahit Navruz, “Küresel İklim Değişikliği, İklim Mültecileri Ve Güvenlik”, 2019.
[4] İşbu Sözleşmenin amaçları bakımından “mülteci kavramı” 1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır (UNHCR, 1951).