Irk” kelimesi, Arapça’da “kök, damar, nesep, asıl, menşe ve ata” gibi anlamlara gelmektedir. Irkçılık; ayrımcılık, küçük görme, aşağılama ve dışlama gibi negatif unsurları içeren, hem bir davranış biçimi hem de ideolojik olarak tanımlanan bir kavramın ifadesidir. Farklı biyolojik, fiziksel ve kültürel özellikleri nedeniyle bireyleri küçük görmek ya da söz konusu bireylere karşı nefret unsuru içeren tavır ve tutumlar ırkçılığın davranış biçiminin ifadesi iken; bir ideolojinin parçası olarak ırkçılık, insan ırkları arasında ayrıma giden bir doktrinin ürünüdür.
Irkçılık ideolojisi, literatürde uzun süre, genetik kalıtım temelinde ve belirli grupların kalıtımsal olarak diğerlerinden üstün olduğu düşüncesi etrafında tartışılmıştır. Özellikle 19. yüzyılda köklerini bulan ırkçılık teorisi, sosyal-Darwinizmden yararlanmış ve tarihi, sadece en uygun ırkın hayatını sürdürmeye hakkının olduğu bir ‘ırk mücadelesi’ etrafında yorumlayarak toplumlar arasında kaynakların eşitsiz dağılımına meşru bir zemin sağlamıştır. ‘Bilimsel ırkçılık’ kategorisinde yer alan ve ırkları biyolojik olarak ayrıma tabi tutan ırkçılık teorileri, mevcut fenotipik farklılıkları, zihinsel ve ahlakî üstünlük/aşağılık olgularının göstergeleri olarak kullanmıştır.
Irksal üstünlük fikrinin aşırı radikalleşmiş biçimi ise ‘arî ırk’ oluşturma teorileriyle 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’yı felakete sürükleyen anti-Semitik ve nasyonal-sosyalist teorilerle ortaya çıkmıştır. 1930’lu yıllarda siyasî malzeme haline gelen ve sosyo-ekonomik, dinî ve kültürel her alanda Yahudi karşıtı tahammülsüzlük ve şiddet eylemlerinin ifadesine dönüşen anti-Semitizm, II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında ‘aryan ırkı’nın üstünlüğü iddiasıyla milyonlarca Yahudinin katledilmesine yol açmıştır.
BM’nin bir alt kolu olarak kurulan UNESCO, 1950’li ve 60’lı yıllarda ırkçılık-karşıtı çalışmaları üstlenerek insan türleri arasında biyolojik farklılıklara dayanan bir ‘ırk’ ayrımı olduğu tezinin çürütülmesine odaklanmıştır. Antropolog, sosyolog ve biologlardan oluşan uluslararası bir grup uzman tarafından yürütülen bilimsel çalışmalar sonucu, 1950 yılında bu konudaki ilk bildirisini yayınlayan UNESCO, insanları biyolojik olarak sınıflandıran ‘ırk ayrımı’ tezini reddetmiştir.
Yeni Irkçılık
Irkçılığın bilimsel bir temeli olmadığı uluslararası çalışmalarla kanıtlanmış olsa da toplumsal düşünce yapılarına ve davranış kalıplarına yerleşen dışlamacı eğilimlerin ortadan kaldırılması mümkün olmamıştır. Zira “hastalıklı fakat rasyonel bir düşüncenin ürünü” olan ırkçı his ve tavırlar, bireysel ve toplumsal düzeyde yer etmiş durumdadır.
Özellikle Soğuk Savaşın ardından oluşan ideolojik boşluğun ırkçı akımları yeniden gündeme taşıması ve 1980’lerde yeni nesil göçmen topluluklarının ikamet ettikleri ülkelerde sosyo-kültürel ve siyasî yaşam biçimlerinin yasal tanımlama içine girmesi, ırkçılığı bilimsel alandan çıkarıp sosyal bir fenomene dönüştürmüştür. ‘Kültürel ırkçılık’ adıyla bu yeni ırkçılık biçimi, büyük oranda ‘yabancı’ ve ‘zayıf’ olarak algılananlara yöneltilen bir olgudur. Yeni haliyle ırkçılık; modernitenin getirdiği ideal toplum arayışı, (kültürel ve ekonomik) küreselleşme sonucu sosyal kimliğini koruma çabası ve küreselleşmeyle daha da belirginleşen farklılıklar etrafında şekillenen ‘öteki’ algısı temelinde farklı unsurlardan beslenmektedir. Bu nedenle de akademik disiplinler çerçevesinde çok çeşitli tanımlamalar içinde açıklanmaya çalışılmaktadır.
Klasik ve yeni ırkçılık karşılaştırıldığında etkileri ve sonuçları itibariyle ‘yeni’ ırkçılık ile ‘eski’ ırkçılık arasında farklılık bulunmamaktadır, zira her ikisinde de eşitsizlikleri meşrulaştırma ve dışlama eğilimi mevcuttur.