Melih DEMİRTAŞ (ODTÜ Bölge Çalışmaları Programı, Doktor Adayı)
Keşmir, kuzeyinde Afganistan ve Çin, batı ve güneybatısında Pakistan, güneydoğusunda Hindistan ve kuzeydoğusunda Tibet’in yer aldığı Güney Asya’dan başlayarak, 20.yüzyılda tüm kıtada ve dünyada bilinen önemli bir bölge haline gelmiştir. Bölgenin kuzeybatıdan güneybatıya doğru 135 km ve kuzeydoğudan güneydoğuya doğru 40 km genişliğinde Keşmir Vadisi’ni, kuzeyde Baldistan, güneyde Cammu, doğuda Ladak ve batıda Gilgit eyaletlerini kapsayarak 220 bin kilometrekareye yakın kritik bir geçiş alanına yayıldığını görmekteyiz. Cammu, Keşmir ve Ladak olmak üzere 3 ana bölgeye sahip Hindistan, halen toprakların yarıya yakınını kontrol altında tutmaktadır. Toplam yüzölçümün %35’ine denk gelen ve Pakistan tarafından Azad Keşmir, Hindistan tarafından “Pakistan işgalindeki Keşmir bölgesi” olarak bilinen yöre Pakistan, geri kalan bölge ise Çin’in kontrolü altındadır. Cammu Keşmir bölgesinde önemli bir yeri olan toplumun hangi dinlere mensup olduğu başlığına göre bir sınıflandırma yapmak gerekirse ise, toplam nüfusun %70-80’e yakın kısmının Müslüman olduğunu ayrıca belirtmek gerekir. Şüphesiz bu değerler Hint ve Pakistan kaynaklarında halen farklılıklar göstermektedir.
Keşmir sorununun resmi olarak telaffuz edilmeye başlaması esasen, İngilizlerin 20.yüzyılın ilk yarısında dünyanın pek çok diğer bölgesinde de gördüğümüz gibi, Güney Asya’da da sömürge yönetimlerinden çekilmesi ve 1947 yılında Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlıklarını elde etmeleri ile bağlantılı bir süreçtir. Genel olarak kabul edilen görüşe göre halkının %80’i Müslüman olan Cammu Keşmir eyaletini yöneten Hindu Vali Mihrace Hari Singh’in, halkın önemli bir kısmının muhalefetine rağmen, Hindistan’a katılma kararı alması bu sorun için temel başlangıç noktasıdır. Anılan yarım asrı geçen sorun her iki devlet arasında önemli sıcak çatışmalara da neden olmuştur. Etnik farklılıkların kimilerine göre çok da belirgin olmadığı bu bölge için çatışmaların devam etmesinde en önemli etmen din öğesi olarak karşımıza çıkar. Ancak salt politik nedenler ve silahlanma yarışı gibi unsurlar ve uluslararası ortam da, bilhassa, Soğuk Savaş’ın iki kutuplu sürecinde olduğu gibi Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlığı şiddetlendirmiştir. Soğuk Savaş’ın bitişi ise bu soruna çözüm umutlarını arttırmak yerine, yükselen yerelleşme, millileşme ve dine dayalı sert argümanlar üretme yöntemleriyle iki devletin, en başta Keşmir’de ve diğer tartışmalı alanlardaki tezlerini gerekirse Soğuk Savaş döneminin etkisiyle daha da geliştirilen nükleer silahların tehdidi altında savunabilecekleri gerçeğini dünyaya göstermiştir.
Yukarıda genel hatları ile özellikleri sunulan Cammu-Keşmir bölgesi bu çalışmanın konusunu oluşturan çatışma, güvenlik ve “güvensizlik” temelli bir analizin merkezinde yer alacaktır. Halihazırda çeşitli taraflardan yaklaşık 1 milyon güvenlik gücüyle kişi başına düşen en fazla askeri barındıran bu bölgenin, buna rağmen çatışma veya “güvensizlik” kaynağı olarak tarif edilebilecek mevcut statüsünde sürecin nasıl işlediği, halen ellerindeki bulundurdukları ve artırmaya devam ettikleri askeri yetenekleriyle tarafların temel tezleri, taraf ve karşıt olunan noktalar, uluslararası ortamın özellikle Soğuk Savaş Dönemi ile anılan bölgedeki süren etkileri yapacağımız analizin temel bileşenleri olacaktır. Çalışmamızın son kısmında ise, özellikle 2000’lerin yeni uluslararası politik dengelerinde Keşmir sorunu için beliren çözüm çabaları ve gelecekte çözümün veya salt “askerileştirme” anlayışıyla çözümsüzlüğün varlığı üzerine bazı yorum ve değerlendirmelere yer verilecektir.
Sorunun Ortaya Çıkış Süreci, Tarafları ve Nedenlerine Dair
Hint alt kıtası olarak literatüre geçen bölgede, 19.yüzyılda artarak süren İngiliz etkisi ve günümüzde Hindistan’ın da baskın hale gelen kültürel politikalar dikkati çeker. Binlerce yıl bu bölgede hâkim olan kendini Türk olarak tanıtan hükümdarlar ve Türk kültürü gibi hususlardan bahsetmek ise fiiliyatta çok mümkün görünmemektedir. Bu bağlamda, başta Babürlüler (1526-1857) olmak üzere Türk olarak tanımlanan, ancak Hint kaynaklarında daha çok Farsça’dan türetilen “Mughal” veya daha ötesinde “Moğol istilacılar” olarak nitelenen yöneticileri, “yüksek Hint kültürü” altında bölge tarihinde tamamen yok saymak ise günümüzde devam edebilen bir anlayıştır (Chandra 2021 ve Kumar 2007). Bu durumla bağlantılı olarak, Babür Bahadır Şah’ın 1857’de İngilizlere yenilmesiyle başlayan sömürü ve sömürgecilik üzerine kurulu anlayış, günümüz Batı-merkezli kaynakçasıyla Hint alt kıtası tarihçiliğini ve esasen siyasi manada Keşmir gibi bölgelerde beliren güvenlik sorunlarının arkasında yatan mantalite ve argümanları da anlamada önemli yer tutar.
Belirttiğimiz üzere, sorunun çok da uzak olmayan geçmişinde özellikle dış devletlerin varlığı dikkat çekici bir unsurdur. Aslında pek çok uzmana göre Keşmir sorununun temelinde İngiltere’nin bölgedeki sömürgeci politikaları yatmaktadır (Dinçer 2004). Ticari emelleri herkesçe bilinen İngiliz İmparatorluğu 17.yy’da başladığı ve 18 yy.’da Doğu Hint Kumpanyası ile hız verdiği çalışmalarında önce Hint alt kıtasında yer alan Babür İmparatorluğu’nun egemenliğini sarsmış ve hâkimiyetini ilan etmeye başlamıştır. Babür İmparatorluğunun gücünün zayıflaması ile Ahmed Şah Durani liderliğinde Afganlar Keşmir bölgesini 1752’te ele geçirmiştir. 1819’da Pencaplı Sihler, 1846’da ise İngilizler bölgede hâkim güçler olmuşlardır. İngilizlerin izlediği siyasette, bölgede ticaretten dil ve kültür politikalarına ve siyasete kadar her alanda hakimiyeti kaybetmeme en önemli hedef olarak karşımıza çıkarken, bu yönde atılan pragmatik adımlar çerçevesinde, Keşmir’in güneyindeki Cammu eyaletinin, Hindu lider Gulab Singh’e 1846’daki Amritsar Antlaşması ile 7.500.000 pounda satılmasında sakınca görülmemiştir (Toker 2003). Singh aslında İngilizleri arkasına alarak bölgede yeni bir yönetim başlatacak ve pek çok kaynağa göre Keşmir halkının huzursuzluğu bu tarihten sonra artarak devam edecektir (Rao 2003).
İngiltere’ye karşı oluşan sömürge karşıtı aktiviteler 20 yy.’ın başlarında kendini hissettirmeye başlamıştır. 1885 yılında İngiltere’ye karşı Hindistan Ulusal Kongresi bağımsızlık fitilini ateşlerken, 1906 yılında olası bir bağımsızlıkta Hindu egemenliğinden çekinen Müslüman nüfus Müslüman Ligi’ni oluşturarak, Hindular’dan ayrı bağımsız bir devlet kurma emellerini şekillendirdiler (Younghusband 1909). Bu gelişmelere paralel olarak Keşmir’deki Müslümanlar da İngiliz desteği ile hâkimiyetini sürdüren Mihrace Singh’e karşı İslam’ın Zaferi Cemiyeti’ni kurdular. 1. ve 2. Dünya Savaşları bilindiği üzere İngiltere’nin gücünde önemli eksilmeleri beraberinde getirdi ve beklenen bağımsızlık 2.Dünya Savaşı sonrası Hindistan’a geldi. Aslında İngiltere iç politikası özelinde, dünya savaşlarında bu devlete Hindistan’dan gelen özellikle askeri yardımı göz önüne alarak oluşan olumlu tavra, savaşın getirdiği ağır yük ve sömürgelerde kontrol sağlamanın ekonomik olarak negatif etkileri de eklenmelidir. Bu gibi sebeplerden, daha 1944 yılında İngiliz İşçi Partisi eğer seçimi kazanırlarsa, Hindistan’ın bağımsızlığına izin vereceklerini deklere ediyordu (Dinçer 2004).
Ancak bölgedeki yapıya bakıldığında, asıl sorunun belki de bağımsızlıktan sonra başlayacağı ve İngiltere’nin, egemenliği hangi grup eline bırakacağı hassasiyetini koruyan konulardı: “Hindistan Kongre Partisi etrafında toplanan Hindular mı ve Müslüman Ligi etrafında toplanan Müslümanlar mı?”. Kendi egemenliğini elde etmenin önünde bir engel olarak karşılarına çıkan Müslümanlara karşı Hindular ve Gandi ile Nehru liderliğindeki Kongre Partisi, Pakistan’ın kurulmasını 1947 yılında kabul ettiler. Aynı yıl İngiltere güçleri Hindistan’dan çekilirken, Pakistan da aynı zamanda kuruldu. Her iki devletin aralarındaki sınırları tayin etmede din faktörü önde gelen unsurdu. Pakistan Müslüman çoğunluğun, Hindistan Hindu çoğunluğun topraklarını sınır kabul etmeye başladılar. Bu arada Sih, Hindu ve diğer taraftan Müslüman göç trafiği başlamış oldu (Behera 2007).
Sömürge dönemleri sonrası Güney Asya’da da rastlanan bir bakıma “cetvelle sınır çizme ve ülke yaratma” sendromunda ve buna bağlı oluşan göç karmaşasında ise ortada kalan Keşmir oldu. Burada vuku bulmaya başlayan gelişmeler daha çetrefilli sonuçlar sunacaktı ki bunda halkın Müslüman, yöneticilerin Hindu olmasının büyük etkisi vardı. İlk çıkan olaylarda yönetici Mihrace Singh’in, bölgesinde artan ve farklı gruptan Müslümanların Hindistan’ın deklere ettiği üzere Pakistan’ın desteğini alarak çıkardığı ayaklanmalara tepki olarak, Hinduların yoğun olduğu Cammu bölgesine kaçması ve burada egemenliğin devamı için Hindistan’dan yardım istemesi olayların çözümsüzlüğüne yeni bir boyut getirdi. Başkan Nehru için bağımsızlığını koruyan Keşmir bölgesi için yardım mümkün değildi, bu yardımın temel şartı bölgenin Hindistan’a katılım antlaşmasının imzalanması olacaktı ki bu antlaşma, 26 Ekim 1947 yılında Mihrace Singh tarafından imzalandı. Hint birlikleri havadan başkent Srinagar’a girdiler. Hindistan Keşmir’in üçte birini ele geçirirken, Pakistan da uzun yıllar bu eyleme askeri yanıtlar vermeye devam edecek, Keşmir Asya’nın “kanayan yarası” olarak kalacaktı (Yazıcı 2003).
Sorunun Gelişimi ve Soğuk Savaş Ortamının Etkileri
1950’lerin başlarından itibaren dünyanın, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği (SSCB)’nin temsil ettiği iki ayrı kutba bölünmesi Güney Asya ve Keşmir bağlamında da yeni gelişmeleri ve dengeleri beraberinde getirmiştir. Hem Pakistan hem Hindistan, kendi tezlerine destek vermeye yakın kutuplara kayış sinyalleri verdiler, komünizm ve liberalizm gibi politik kaygılardan çok kendi aralarındaki çatışmalara duyarlı olarak politikalarını pragmatik surette şekillendirdiler. Soğuk Savaş yıllarının ilk periyoduna bakıldığında Bağlantısızlık politikasının bir aktörü olan Hindistan’ın aslında SSCB ile ilişkileri anlamında önemli engeller görmemekteyiz. Özellikle Pakistan’ın da, bağımsızlığına karşı Hindistan’ı bir tehdit olarak görmesi ve askeri açıdan eksiklerini 1955 Bağdat Paktı benzeri Batı temelli oluşumlarla gidermeye çalışması ise Hindistan-SSCB arasındaki derin işbirliğine zemin hazırlamış; günümüzde bu durum SSCB’nin mirasçısı Rusya Federasyonu’yla yakın ilişkilere kadar uzanmıştır. Konu esasen çok defa Birleşmiş Milletler gündemine taşınsa da ABD ve Sovyetlerin veto kartlarıyla çıkmaz sokaklardan çıkılamamış, 19.yüzyılın İngiltere’si rolünde bu defa iki kutuplu dünya düzeninde beliren iki güçlü taraf durumdan pay çıkarmaya devam etmiştir. BM için ise Keşmir, almış olduğu çok taraflı kararların uygulanamadığı bir nevi uluslararası örgütlerin itibar kaybına zemin hazırlayan bir bölge olarak bilinmeye devam etmiştir.
1957 yılında Hindistan, yeni anayasasına göre Cammu ve Keşmir Bölgesi’ni Hindistan Birliği topraklarına dâhil ettiğini söylemiş ve kukla hükümet olarak görünen Keşmir hükümetine bu sonucu dayatmıştır. SSCB de Hindistan’ın Keşmir kontrolündeki bölgeleri topraklarına kattığını deklere etmesini, ABD tarafından desteklenen Pakistan’ın Keşmir’den askerlerini çekmemesi ve Keşmir Kurucu Meclisi’nin Hindistan ile birleşmeyi onaylaması gibi gerekçelerle açıklamıştır. Hindistan, Soğuk Savaş dönemi boyunca girilen sıcak çatışmalardan genelde galip taraf olarak ayrılmayı başarmış, Doğu Pakistan olarak bilinen Bangladeş’in, Pakistan’ın itirazlarına rağmen 1971 yılında kuruluşuna verdiği destekle de gücünü pekiştirmiştir. 1970’lerin sonları ve 1980’lerden itibaren nükleer silahlanma da iyiden iyiye ilişkilerde kendini göstermiştir. Nükleer anlamda çalışmaları 1950’li yıllara kadar giden Yeni Delhi yönetimi ilk nükleer güç gösterilerini bu dönemde nükleer bomba patlatma denemeleriyle başlatmış, bunun sadece bir araştırma olduğunu ve bir savaş silahı olarak algılanmaması gerektiğini deklere etmiştir.
1990’lı yıllar da gerginliklerin giderilemediği bir eksende başlamıştır. 1988 yılı “milli birlik, self-determinasyon hakkı, İslami fundamentalizm” gibi kavramların ışığında Keşmir halkının yeni ve daha dini karakterli muhalafetine işaret ederken, özellikle 1990 yılından itibaren organize gruplar önderliğinde Hindistan’a karşı ayaklanmalar şiddetlenmiştir (Toker 2003). Cammu ve Keşmir Özgürlük Cephesi başta olmak üzere pek çok grup özellikle ağır sosyo-ekonomik koşulların altında ezilen Müslüman gençleri eğitmeye başlamış, bahsi geçen kötü eğitim ve ekonomik koşullar İslam unsurunun şiddet eylemlerinde kullanılmasını birçok grup için meşru kılmıştır. Keşmir’de mücadeleyi yürüten Hizb-i İslami ve Cammu Keşmir Halk Birliği gibi güç kazanan din temelli örgütler Pakistan ile birleşmeyi savunurken, Cammu Keşmir Kurtuluş Cephesi bağımsızlık talep eden gruplar arasında yer almıştır (Özcan 2003).
Süreçte, Hindistan temel stratejisinde, Pakistan öncülüğünde bir savaş olarak nitelendirdiği başkaldırılara karşı Keşmir hükümetine karşı doğrudan idare koşullarını yeniden devreye sokarak (atanmış Hint vali+askeri güçler), bu bölgenin dünya ile olan bağlantılarını kesme amacı gütmeye başlamıştır. İki devlet arasında gerginlikler artarken, dönemin Pakistan Başbakanı Navaz Şerif gibi yöneticiler, özgür Keşmir yönetiminin artık atomik bir silaha sahip olan Pakistan’ın elinde toplandığını belirtmekten de çekinmemiştir (Dinçer 2004). Öte yandan 1990’ların ikinci yarısından itibaren, Soğuk Savaş sonrası gelişen iletişim ağları ve haberleşme teknolojileriyle kamuoyunda daha fazla “bu çekişmelerden kim çıkar sağlıyor?” yönünde sorular da gelmeye devam etmiştir (Rao 2003). Sahip olunan halk desteğini yitirmemek için savaş alanlarında kullanılan askeri silahlar kadar önemli yeni bir araç olan propaganda silahı da devreye bu suretle alınmaya başlamıştır. 1990’lardan 21.yüzyıla geçilen yeni dönem, hızla gelişen teknoloji, iletişim ve medya unsurlarıyla, gerek Pakistan gerekse de Hindistan için kamuoyunu özellikle Keşmir benzeri bölgelerde tezlerine uygun araçlar ile etkileme faaliyetlerine hız verdikleri yeni bir çağı işaret ediyordu (Evans 2003).
Sonuç Yerine: 2000’lerin Değişen Dengelerinde Keşmir Sorunu ve Çözümü Üzerine
11 Eylül 2001, dünya dengelerinde belirli değişimlere yol açarken bunun Keşmir sorununu etkilemesi de doğal karşılanmalıdır. Özellikle varlığı kimilerine göre “radikalleşmenin” ve sorunun önemli bir parçası olduğu ifade edilen Müslüman gruplara olan tepkiler kendilerini daha “ılıman” gören Hindistan kanadından artarak devam etmiştir. Bu dönemde Hindistan, Afganistan’daki Taliban rejiminin de zamanında Keşmir’de olaylara katılan Müslüman gruplar gibi Pakistan ile yakın ilişkileri olduğunu sıkça dile getirmiştir. Keşmirli ayrılıkçıların resmi binalara saldırması gibi eylemler ile tansiyon artarken, tekrar çatışmanın eşiğine gelen iki devlet arasında zaman zaman oluşan diyalog ortamı, Pakistan-Hindistan sınırında 1 milyon askerin birbirlerine karşı konuşlandığı, gerek Hindistan’ın gerek Pakistan’ın 200’e yaklaştığı tahmin edilen nükleer başlığa sahip olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmemektedir. Bu devletlerde silahlanmaya ayrılan para bütçenin %40’ını bulmaktadır (Yazıcı 2003).
BM Güvenlik Konseyi’nin her iki devleti kınama kararı, G-8 ülkelerinin insani amaçlar dışında para yardımı yapılmaması kararına rağmen, gerek Hindistan gerek Pakistan nükleer güç kapasitelerini kayda değer anlamda kısma yoluna gitmemişlerdir. 1990’ların sonunda artarak devam eden nükleer silah denemeleri, bu silahların sadece siyasi güç ve caydırma değil gerekirse kullanım amaçlı olduğu izlenimini yaratmaktadır. Hindistan yapılan eleştirilere karşı kendi nükleer kapasitesinin parlemento gibi seçilmiş, sivil bir otoritenin kontrolü ve yetkisi altında olduğunu dile getirmekte ve kendi sivil yönetimine karşı Pakistan’daki istikrarsız yönetimlere işaret etmektedir; bu surette gelişen bir nükleer gücün tehlikesini vurgulamaktadır.
Bu çerçevede, Pakistan’da devam eden görece siyaseten istikrarsız ortama rağmen kimilerine göre mevcut durumda 2014’ten bu yana Başbakan olarak Hindistan’ın başında bulunan Narendra Mondi bu ülkenin gerek iç gerek dış politikada etkinliğini artırmaya devam etmektedir. Popülist ve aşırı milliyetçi gibi sıfatların da kullanıldığı Mondi iktidarının Hindistan’ın Keşmir özelinde de gücünü artırdığı da bir gerçek olarak ortadadır. Sorunun başından bu yana anayasasında Cammu Keşmir’e ayrıcalık tanıyan maddeleri iptal eden Hindistan, bölgenin özel statülü yapısını 5 Ağustos 2019’da ortadan kaldırmış, merkeze daha tabi bir şekle büründürmüştür. Bu durumun doğal bir sonucu olarak, Keşmir’de Hint güvenlik güçlerinin kontrolü, baskınları ve tutuklamaları son 3 yıllık dönemde artarak sürmekte, bu duruma tepki olarak sık sık yerel halkın gösterilerine de rastlanmaktadır.
Sonuç olarak söylenmesi gereken, her ulus-devletin çıkarlarıyla uyumlu surette hareket etmelerine benzer şekilde, aslında Keşmir’deki çatışma unsurunun varlığında da Pakistan ve Hindistan’ın tezlerinin etkin şekilde sürdürülmesi Reelpolitik düzlemin değişmeyen bir gerçekliği olmuştur. Hindistan her savaştan galip ayrılan taraf olmasından da anlaşılacağı üzere askeri açıdan daha yüksek bir kapasiteye sahip bulunsa da, çok etnikli ordu yapısı ve kendilerine rakip olarak görülebilecek Asya’daki Çin gibi diğer ülkelerle uzun sınırlarını koruma sebepleri ile askeri olanakları bakımdan kısıtlanmaktadır. Buna rağmen, Hindistan’ın Keşmir’den vazgeçmesi unsuru da zor görünmektedir. Zira, Hindistan’ın çok etnikli yapısı ve 150 milyona yakın Müslüman nüfusu ile Keşmir’de vereceği bir taviz yeni iç sorunları beraberinde getirebilecektir.
Din faktörü anlamında SSCB yerine oluşan ve Müslüman kimliklerini gizlemeyen yeni Orta Asya Cumhuriyetleri de Hindistan için yeni bir güvenlik algılamasını beraberinde getirmiştir. Bölgedeki huzursuzluğu gidermede Pakistan’ın en büyük tezi ise plebisit yani halkoyuna başvurmaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Hindistan ve Pakistan için Birleşmiş Milletler Komisyonu (UNCIP) ‘nun aldığı kararlara göre de Cammu ve Keşmir’in geleceğinin BM gözetiminde tarafsız ve serbest bir halk oylamasına bırakmak gerekmektedir (www.un.org). Bu anlamda halkın büyük çoğunluğunun Hindistan’dan bağımsızlık yönünde oy kullanacağına kesin gözüyle bakılmaktadır, ancak bu onların Pakistan’a katılacakları anlamına da gelmemektedir.
Buna rağmen, tarihindeki en büyük başarısızlıkları Pakistan’ın kurulması ve bu yolla devam eden Keşmir meselesi gibi sorunlarda gören Hint kamuoyu ve birçok Hindu kanaat önderine göre (Chowdhury 2022), kozmopolit yapıyı ayrılıkçılık yönünde tehdit edecek başka bir gelişmeye izin verilmeyecektir. Hindistan, temel olarak sorunu BM’ye götürme ve uluslararası bir özellik vermenin yerine iki devlet arasındaki görüşmelerle çözüleceğine inanmaktadır. 1972’de Indira Gandhi ile Zülfikar Ali Butto arasında başlayan anlaşma ruhunun devamını savunan Hintliler az değildir (Özcan 2003). Bu esnada, Hindistan’ın temel tezi kontrolü altındaki bu bölgede kargaşa olmadığıdır, ancak bu bölgeye tarafsız gözlemci veya gazetecilerin girmesine izin vermemesine uygun sebepler sunamamaktadır.
Sürdürdüğü baskı politikalarına rağmen Hindistan’ın, 2000’li yıllar mevcut uluslararası politik dengeleri de göz önüne alındığında, ağır yaptırımlarla karşılaşmayacağını söylemek zor bir tahmin olmaz. Özellikle ABD kanadından Hindistan’a yollanan olumlu sinyaller buna bir örnek olabilir. ABD’nin bu konuda Hindistan yanlısı tavır sergilemesinin en önemli boyutunu Çin-ABD karşıtlığı oluşturmaktadır. Bilindiği üzere ABD-Çin arasında artık iyice telaffuz edilmeye başlayan olası rekabet senaryosu hayata geçmiştir. ABD’nin Asya’da güçlü bir müttefike ihtiyacı kaçınılmazken, Hindistan’ın da Çin’le bitmeyen sınır problemleri olduğu göz önüne alındığında, buradan çıkarılabilecek mantıklı bir sonuç ABD’nin bu iki ülke arasındaki problemleri kendi hesabına kullanarak Hindistan’ı yanına çekmesi ve onunla ittifakını Çin aleyhine kullanmak istemesi olabilecektir. Yükselen İslam karşıtı fikirlerin ve belli Müslüman grupların Hindistan’daki statükoyu bozup Keşmir’de ayrılma kararı alabilme ihtimaline de uluslararası toplumdan büyük bir destek gelmeyeceği zor bir tahmin olmayacaktır.
Bunun yanında bölgede SSCB sonrası da etkin olmaya devam eden Rusya Federasyonu faktörü ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi yeni nesil çok kutupluluğun sembolü olan kurumlar da sorunun gidişatında belirleyici hale gelebilecektir. 2017 yılında aynı anda ŞİÖ’ye dâhil olan Hindistan ve Pakistan kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda çok taraflı mekanizmaları kullanmayı halen masada tutmakta ve askeri gidişata rağmen diyalog kapısını açık bırakabilmektedirler. Fakat bu çalışmada sunmak istediğimiz ana fikre göre, Pakistan’ın Keşmir hakkında Hindistan’la bir anlaşmaya varması ve Hindistan’ın kendini dünyaya vazgeçilmez bir bölgesel güç olarak kabul ettirip çatışma alanlarında kendi tezlerini haklı çıkarmayı başarması durumunda dahi, Keşmir halkının bağımsızlık hakkı resmen tanınmadan veya hür bir ortamda tercihini yapmasına imkân verecek referandum gerçekleştirilmeden bu çatışma ortamı kesin bir çözüme kavuşturulmuş olamayacaktır.
Kaynakça
Birleşmiş Milletler, www.un.org
Behera, Navnita Chadha. Demystifying Kashmir. Washington:Brookings Institution Press, 2007.
Chandra, Satish. Medieval India: From Sultanat to the Mughals – Delhi Sultanat -1206-1526, New Delhi: Haranand Publications, 2021.
Debasish, Roy Chowdhury. “The Kashmir Files: How a New Bollywood Film Marks India’s Further Descent Into Bigotry”, Time Dergisi 30 Mart 2022.
Dinçer, Mustafa. “Keşmir: Himalaya Eteklerinde Bağımsızlık Mücadelesi”, Dünya Çatışma Bölgeleri, Kemal İnat, Muhittin Ataman (ed.), Ankara: Nobel Yayınları, 2004.
Evans, Alexander. “Keşmir’e Barış Neden Gelmeyecek?”, Keşmir Dosyası, Halil Toker (ed..), İstanbul, Tarih ve Sanat Vakfı Yay. 2003.
Kumar, Sunil. “The Ignored Elites: Turks, Mongols and a Persian Secretarial Class in the Early Delhi Sultanate”, Modern Asian Studies ,43/1 (2007). 45-77.
Özcan, Azmi. “Dünden Bugüne Keşmir ve Keşmir Meselesi”, Keşmir Dosyası, Halil Toker (edi.), İstanbul, Tarih ve Sanat Vakfı Yay. 2003.
Rao, Aparna “Keşmir Antlaşmazlığı:Vadi’deki Görüşler Üzerine Değerlendirmeler”, Keşmir Dosyası, Halil Toker (ed..), İstanbul, Tarih ve Sanat Vakfı Yay. 2003.
Toker, Halil. Keşmir Dosyası, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı Yayınları, 2003.
Yazıcı, Hüseyin. “Birleşmiş Milletler Kararları Işığında Keşmir Sorunu’na Bir Bakış”, Keşmir Dosyası, Halil Toker (edi.), İstanbul, Tarih ve Sanat Vakfı Yay. 2003.
Younghusband, F. E., & Francis Younghusband, S. Kashmir. Londra: Adam and Charles Black, 1909.