Ana SayfaMakalelerKitap İncelemesiKitap İncelemesi: "America's Great-Power Opportunity"

Kitap İncelemesi: “America’s Great-Power Opportunity”

Orhan Mehmed İrfan (Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü)


Ali Wyne, America’s Great-power Opportunity: Revitalizing US Foreign Policy to Meet the Challenges of Strategic Competition. Polity Press, 2022. 224 pp.

Ali Wyne, Soğuk Savaş sonrası dönemde ilk defa Amerika Birleşik Devletleri’nin dış politikasında ana konseptin büyük güç mücadelesi olması hasebiyle bunun ne anlama geldiği, hem ABD hem diğer devletler için ne gibi etkisi olabileceği ve en önemlisi de ABD siyasa yapıcılarının konu üzerine nasıl düşünmeleri gerektiği üstüne oldukça zengin ve doyurucu bir tartışma eseri kaleme almıştır.

ABD dış politikası çerçevesinde göz önünde tutulması gereken üç ana tespit ile giriş yapılmaktadır: Birincisi, devletlerarası mücadelenin temelleri geçmişe uzanmaktadır. İkincisi, büyük güç mücadelesi ABD dış politikasının temel analitik çerçevesi haline geldiğine göre, ABD artık Soğuk Savaş bitimindeki gücünde değildir(ama hala tek süper güçtür) ve üçüncüsü: Çin ve Rusya, hem bireysel hem kolektif olarak, Soğuk Savaş sonrası kurulan düzene ve dolayısıyla ABD’nin çıkarlarına karşı gelmektedirler. Nitekim büyük güç mücadelesinin önümüzdeki on yıllar boyunca ana çerçeve olarak kullanılacağını düşünen Wyne, bunun partilerüstü bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir; kitabın kaleme alınmasındaki motivasyon da böylelikle anlaşılmaktadır.

Wyne’a göre, ABD, bahsi geçen büyük güç mücadelesinden kazançlı çıkabilecek fırsatlara sahiptir; ne ki, Çin ve Rusya tarafından yapılan hamleleri dış politikasının ana unsuru haline getirirse başarılı olamayacaktır. Tam aksine, ABD’nin, kendi mukayeseli üstünlük sahibi olduğu alanları merkeze alarak, özellikle özyönetim modelini vurgulayarak, sadece kendisine yönelik tehditlerle ilgili değil, aynı zamanda dünya düzeninin sorunlarına da odaklanmış yeni ve uzun dönemli bir dış politika vizyonuna ihtiyacı vardır.

ABD’nin bugün yaşadığı krizin temelinde Soğuk Savaşın bitmesi yatmaktadır: Dış politikanın üst yapısını ortadan kaldırmakla beraber, ABD’nin kendi kimliğini de yok etmiştir. ABD’nin daha temkinli yaklaşması gereken husus, bu kimliğin yeniden üretilmesidir. Wyne’a göre, büyük güç mücadelesinin giderek arttığı bir ortamda dış politikanın merkezine ve dolayısıyla kendi kimliğini de Çin ve Rusya’nın saldırgan davranışlarını esas alarak yeniden konumlandırmamalıdır. Aynı şekilde Rusya ve Çin’in arasını açmak da esas takip edilecek politika olmamalıdır. Vaşington’un yapması gereken kendi demokrasisinin örnek olma gücüne yeniden yatırım yapmak ve dost ve müttefik devletlerle pandemi sonrası düzen için en uygun adımlar üstüne çalışmaktır. Elbette Rusya ve Çin ile rekabet olacaktır ama bu, dış politika stratejisinde belirleyici unsur olmak yerine, iç avantajlarına yatırım yaparak ve ortaklarıyla daha üstün amaçlar uğruna bir araya gelerek ele alınmalıdır. Kısacası, ABD bu kriz ortamını fırsata çevirmek için yeni stratejisini, Çin ve Rusya’dan bağımsız bir şekilde, kendi dinamikleri içerisinde meşru göstermelidir. Hem Pekin hem de Moskova ile ilgili olarak, Vaşington gergin ve dinamik bir dengeyi sürdürmek zorunda kalacaktır; amacı, üstün bir düşmana galip gelmek değil, can sıkıcı rakiplerle birlikte yaşamaktır.

1930’lu yıllardan ve Soğuk Savaş sonrası dönemden farklı olarak, Wyne’a göre, psikolojik üstünlük ABD’nin aleyhinedir çünkü zaten bir düşüş dönemi yaşanmaktadır. Bunu tersine çevirmesi için daha ihtiyatlı politikalara gerek vardır. Örneğin, ABD’nin Çin’e karşı takındığı sert tutumların çok hızlı oluşturulduklarını ve rakibin gücüne orantılı bir şekilde tartışılmadıklarını iddia etmektedir. Bunun sebebi de aslında Çin’in son zamanlarda hızlı bir şekilde büyüyerek uzun zamandır çok fazla ABD merkezli olan uluslararası sistemdeki dengeleri yeniden şekillendirmesinden endişelenen ABD yönetimleridir. Buradaki can alıcı nokta, ABD dış politikasının amacı Çin’in yükselişini yönetmekten ziyade, Çin ve Rusya’dan kaynaklanan tehditleri dikkate alarak kendi gücünü yeniden tesis etmektir. Bu yüzden ABD’nin asimetrik bir strateji izlemesi tavsiye edilmektedir: Gerektiğinde Çin’e karşılık vermeli, ancak öncelikle kendi rekabet avantajlarına yatırım yapmalıdır. Hatta en büyük avantajlarından biri olan müttefiklerini bile bir arada tutmak için Çin’i dengelemenin ortak misyon olarak kullanılmaması gerektiği ileri sürülmektedir çünkü ne Avustralya ne de Hindistan kullanışlı birer araç olarak görülmek istemeyeceklerdir. Kısacası, Birleşik Devletler ve Çin, birlikte yaşamanın gerekliliğini kabul etmenin ötesinde, işbirliği olanaklarını değerlendirme isteğini yeniden tesis etmelidirler.

Rusya’yı ise çok fazla küçümsemek de büyütmek de tehlikelidir. Rusya kendi başına bir tehdit değildir. ABD’nin esas odaklanması gereken devlet Çin’dir ama Rusya’nın yıkıcı faaliyetlerini de göz önünde bulundurmalıdır. Rusya daha çok bir tornado, Çin ise iklim değişikliği gibi görülmelidir. Rusya ile ilişkiler düşünülürken özellikle ileride Moskova’nın, Çin’in çok fazla güçlenmesine dair refleks geliştirebileceği, bu yüzden de her zaman bir kapının olası ABD-Rusya yakınlaşması için açık bırakılması gerektiği göz önünde tutulmalıdır. Rusya’da böyle fikirlerin filizlendiği, hatta bazı önemli yazarların uzun dönemde Rusya’yı asıl tehdit edecek devletin Çin olacağı hakkında görüşleri olduğu ifade edilmektedir. Ne ki, Rusya şimdilik Çin ile işbirliğinden uzaklaşamayacaktır: Hem ABD Çin’i, Rusya’yı yanına alacak kadar büyük bir tehdit olarak görmemektedir hem de Çin’in Rusya’yı cezalandırma ihtimali vardır.

Çin ve Rusya ile münasebetlerinde ABD, her şeyden önce bu iki devletin bir koalisyon kurmuşlar izlenimini verecek açıklamalardan uzak kalması gerekmektedir. Ne Çin ne de Rusya hakkında hüsnükuruntuya kapılarak senaryolar geliştirmemelidir ve bu iki devletin arasını açmak için aktif politikalar geliştirmekten uzak dururken, Rusya’nın uzun dönemde zaafa uğrayacağını hatırlatması gerekmektedir.

Bu analizler çerçevesinde ABD siyasa yapıcılarına bazı tavsiyeler ile son bölümü kapatmaktadır. Bunlara göre, ABD kendi özyönetiminin örnek olma gücünü yeniden kazandıracak yatırımlar yapmalıdır. Dışarıda güçlü olmanın sebebi olarak ABD’nin iç yönetim biçimi gösterilmelidir. İçeride yeniden yapılanmaya odaklanırken dış siyaset manivela olarak kullanılmamalıdır ve bu yeniden yapılanmanın kendi başına meşru olduğu, herhangi bir dış tehdit sonucu gerekmediği belirtilmelidir. Dost ve müttefik devletlere yaklaşımlarda da aynı tutum sergilenmelidir: bir araya gelmenin amacı, sistemi daha iyi yönetmek ve çıkabilecek sorunlara ortak bir çözüm aramaktır, Çin veya Rusya’yı dengelemek değildir. ABD’nin gücünün sınırları vardır ve tek taraflı politikalardan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Rakip devletlerle de işbirliği ihtimali için girişimlerde bulunulmalıdır. İktisadi araçlarla Asya-Pasifik bölgesine mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde odaklanılmalıdır. Böylelikle ABD, dışarıda ve içeride kendini yeniden konumlandırarak, ne rakiplerinin hamleleri doğrultusunda savrulacak ne de onların hamle yapmasını beklemek zorunda kalmayacaktır. Özellikle pandemi sonrası düzensizlik bunun için büyük bir fırsattır.

Kitabın ana konusu büyük güç mücadelesi olsa da, esasında yapılan daha çok ABD dış politikasının karşılaştığı krizlere cevaplar aramaktır: ABD’nin karşılaştığı stratejik mücadele ortamı bahsi geçen rakip devletlerin dış politikalarından kaynaklanıyormuş gibi ele alınmıştır.  Yoksa Hindistan da en az diğerleri kadar büyük güçtür veya en az diğerleri kadar bu statüye ulaşmak için çaba sarf etmektedir. Büyük güç mücadelesini sadece ABD’nin kurmakta çok büyük rol üstlendiği düzene karşı bir retorik geliştiren devletlerden ibaret saymak, bunun teorik arka planını tamamen göz ardı etmek demektir. İkinci bir husus da büyük güç mücadelesinin yapısal yönüyle ilgilidir. Doğası gereği böyle bir mücadele bütün aktörlerin (büyük güçlerin) eylemleri sonucu olarak ortaya çıkacaktır ve hatta hiçbir aktörün sonucu tek başına belirleyemeyeceği bir ortam olması gerekmektedir. Kitabın ana argümanını oluşturan yeniden yapılanma için içeriye büyük yatırımlar yapılması ve bu yatırımların kapasite arttırmasıyla ilişkilendirileceği yerde demokrasi ile yönetilmenin gücüne önem verilerek, ABD’nin, Moskova’dan ve Pekin’den atılacak adımlardan bağımsız bir şekilde gücünü ve sistemdeki konumunu tazeleyebileceği önerisi, diğer iki devletin zaten büyük güç olmadıkları anlamına gelmektedir. Buna rağmen America’s Great Power Opportunity, ABD dış politikası hakkında oldukça zengin bir tartışma içermektedir. Şüphesiz, uluslararası siyaset ve ABD dış politikasının güncel açmazlarını merak edenlerin ilgisini çekecektir. 

DİĞER İÇERİKLER