Ana SayfaMakalelerDiplomasiNetanyahu'nun Diken Üstünde Denge Siyaseti

Netanyahu’nun Diken Üstünde Denge Siyaseti

Doç.Dr. Eldar Hasanoğlu (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi)


İsrail son dört yılda beş seçim maratonuna sahne oldu. 2019’daki 9 Nisan ve 17 Eylül tarihli seçimlerde koalisyon kurmak için çoğunluk sağlanamadığından İsrail’de hükümet kurulamamıştı. 2 Mart 2020 ve 23 Mart 2021 seçimlerinde ise kurulan hükümetlerin ömrü uzun olmamıştı. Bunun üzerine 1 Kasım 2022’de seçimler tekrarlandı.

Son seçimlerin sonuçsuz kalması veya istikrarlı bir yönetimin oluşmaması İsrail’de toplumsal kutuplaşmanın geldiği noktayı gösteriyor. Bununla birlikte, İsrail tarihinin en uzun süreli başbakanı olarak tarihe geçen Binyamin Netanyahu’nun kendi kampı içerisindeki inkar edilmez otoritesi de son seçimle gözler önüne serilmiş oldu. Gelinen nokta, İsrail toplumundaki aşırı sağcı bloğun siyasette belirleyici gücü elde tuttuğunu ortaya koyuyor ve ülkenin ilerleyen yıllardaki siyasi tablosuna da projeksiyon tutuyor.

Seçim sonrası

Seçim sonuçları 9 Kasım’da resmi olarak açıklandı. Sonuçlar, İsrail’deki sol ve ulusalcı kampa ait partilerin Arap partiler ile birlikte koalisyon oluşturmak için gereken asgari 61 milletvekili sayısını organize edemeyeceğini ortaya koydu. Söz konusu kampa ait olan partiler; Yeş Atid 24, Ulusal Birlik 12, Yisrael Beytenu 6, Avoda 4 koltuk kazanırken Arap partiler Ra’am 5, Hadaş-Ta’al 5 olmak üzere toplam 56 milletvekili çıkarabildi. Buna mukabil sağcı/dinci partiler hükümet koalisyonunu oluşturmak için yeterli koltuk sayısına ulaştı. Bu kampa ait olan partilerden Likud 32, Dindar Siyonist Parti 14, Şas 11, Birleşik Tevrat Yahudiliği 7 koltuk kazanarak toplam 64 koltukla Knesset’te çoğunluğu ele geçirdiler.

Hakkındaki yolsuzluk ve görevi kötüye kullanma iddialarına rağmen, nitekim Likud Partisi içerisinde kendisine karşı homurtular ve Gideon Saar liderliğinde parçalanma söz konusu olan Netanyahu, aşırı sağcı bloğun lideri olduğunu ispatladı. Daha 2 Kasım’da, sandık sonuçlarının açıklanmasının ardından hükümet kurma görevinin ona verileceği kesin kabul ediliyordu. Nitekim Netanyahu bu beklentiye uygun biçimde “balkon konuşması” yaptı. Bu konuşmasında, kuracağı hükümetin sadece kendi mahallesinin dar kalıplarına sıkışıp kalmayacağını, herkesi kucaklayacağını vaat etti ve kimsenin etnik ve dini mensubiyeti, siyasi görüşü gibi tercihleri nedeniyle dışlanmayacağını vurguladı. Ne var ki kendi bloğunun temel tutumu dikkate alındığında, bu vaadin formalite icabı olduğunu, kendisi istemese dahi bu söylemlerin pratiğe dökülmesinin pek kolay olmayacağını tahmin etmek zor değil.

Seçim sonuçlarından hareketle, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog 13 Kasım’da hükümet kurma görevini Likud Partisi lideri Binyamin Netanyahu’ya verdi. Görevi verirken, istikrarsız siyasi ortamın sona ermesi ve kurulacak hükümetin ülkenin her bir vatandaşına eşit mesafede olması gerektiğini vurguladı. Öte yandan Herzog’un, seçimlerin ardından parti liderleriyle yaptığı görüşmelerde, teröre destek veren radikal söylem ve eylemleri dolayısıyla daha önceler hüküm giymiş olan aşırı sağcı İtamar Ben-Gvir’e yönetici pozisyonuna sıcak bakmadığı da ifade ediliyor.

Netanyahu’nun koalisyon ve kutuplaşma çıkmazı

Cumhurbaşkanı ile görüşüp görev almadan önce Netanyahu gayrı resmi şekilde koalisyon görüşmelerine başlamış, 6 Kasım’da sağ kampın parti liderleriyle bir araya gelmişti. Buradan hareketle, kurulacak hükümetin sağcı, aşırı sağcı özellikte olacağı tahmin ediliyor. Netanyahu’nun işaret edilen vaadini gerçekleştireceği kolay görünmüyor ve aşırı sağcı partilerin taleplerini karşılamada zorlanacağı da kesin gibi duruyor. Bu talepler; din okulları öğrencilerine ayrıcalıklar, okullarda seküler müfredatın sınırlandırılması, yönetim erkinde kendilerine daha çok alan açılması, ayrılan bütçeden daha çok pay almak gibi radikal dincilerin sadece kendi refahlarını yükseltmek ve olanaklarını arttırmakla sınırlı değil. Bunun ötesinde Netanyahu’yu bekleyen zorluk; Yüksek Mahkeme’nin kararlarını feshetme yetkisinin Knesset’e verilmesi, iki devletli çözümün reddi, kadının konumu, eşcinsellere yönelik yaptırımlar gibi hususlarla diğerlerinin de yaşam tarzına müdahale eden, azınlık haklarını ve kişisel özgürlükleri sınırlayan, geneli ilgilendiren hususlarda dini kuralları dayatan yaklaşımları nasıl yöneteceğine yönelik. Bu açıdan Netanyahu, bir taraftan kutuplaşmış haldeki ülkede iç dengeleri korumaya çalışırken öte yandan uluslararası arenada İsrail’in “insan haklarına saygılı” imajının zedelenmemesi için uğraşmak zorunda.

Koalisyon için kaydedilen aşama

11 Aralık, Netanyahu’nun koalisyon kurması için son gün. Buna iki haftalık bir süre daha eklenebilir. Bu süre zarfında Netanyahu sağ kamptaki parti liderleriyle görüştü. Şas ve Birleşik Tevrat Yahudiliği partileri koalisyona katılacaklarını deklare ettiler. Dindar Siyonist Parti de onlara katıldı ama 20 Kasım’da bu partideki fraksiyonlardan Otzma Yehudit/Yahudi Kudreti ve Noam Partisi’nin koalisyon bağlarını sonlandırdıklarını deklare etmeleri sonrasında Netanyahu’nun onlarla ayrı ayrı anlaşması gerekti. Her ikisi de en uçta yer alan, LGBT düşmanı, Arap karşıtı, kadının toplumdaki konumunu sınırlayan, koştukları dini şartlarla Geri Dönüş Yasası’nın işleyişini zora sokan, radikal köktendinci söylemleriyle ünlü bu partilerin taleplerinin Netanyahu’yu özellikle sıkıştıracağını tahmin etmek zor değil.

Fraksiyon ortakları gibi Dindar Siyonist Parti lideri Betzalel Smotriç de radikal köktendinci söylemleriyle biliniyor. Seküler nitelikte olan Yüksek Mahkeme’nin yetkilerinin sınırlandırılması ve İsrail’in dini kurallarla yönetilmesi gerektiğini savunan Smotriç’in, beklediği Adalet Bakanlığı pozisyonuna geçtiği takdirde bu doğrultuda adımlar atacağı düşünülebilir. Bu durum, İsrail’in siyasi bürokratik doğasının değişeceğinin, toplumsal huzurun bozulacağının ve yaşanan sorunun yakın ve uzun vadede İsrail’deki toplumsal fay hatlarını giderek daha da keskinleştireceğinin habercisi olarak görülebilir.

27 Kasım’da Noam Partisi lideri Maoz hükümet koalisyonuna katılacağını deklare etti. Bu kararı dolayısıyla Netanyahu sol merkez ve Arap parti liderleri tarafından ağır eleştirilere maruz kaldı. Dini düşünceye dayalı, bilim karşıtı radikal görüşleri sebebiyle İsrail’in Yahudi vatandaşları tarafından ciddi tepkiyle karşılanan Maoz, 2021’de Lod kentinde Müslümanlarla Yahudiler arasındaki çatışmalar sırasında en sert adımların atılması gerektiğini savunmuş, “Arapların başkaldırısına Yahudilerin merhametinin sebep olduğunu” söylemişti. Sur içi Kudüs’ün, özellikle de Ağlama Duvarı ve çevresinin Yahudi din adamlarının kontrolünde olması gerektiğini savunan Noam’ın iktidarda yer alması, ilerleyen süreçte Mescid-i Aksa çevresinde ciddi çatışmaların olma ihtimalini ve kaygılarını beraberinde getiriyor.

25 Kasım’da Otzma Yehudit lideri Itamar Ben-Gvir de koalisyona katılacağını deklare etti. Otzma Yehudit, 4 milletvekiline sahip olması dolayısıyla hükümetin kurulmasında kritik öneme sahip. Anlaşma çerçevesinde kolluk kuvvetleri de kendisine bağlanarak geniş yetki alanıyla donatılmış Ulusal Güvenlik Bakanlığı’nın Ben-Gvir’e verilmesi bekleniyor. Her ne kadar seçimlerin ardından Yisrael Hayom gazetesinde yayımladığı yazısında “ılımlılaştığını” savunarak meselelerin yüzde 90’ında liberallerle anlaşabileceğini söyleyip hakkındaki kaygıları bertaraf etmeye çalışsa da, bu vaatlerinin tersini gösteren şiddet yanlısı tutumunu hala sürdürdüğü gözlenebilir. Örneğin İsrail Genelkurmay Başkanlığı, el-Halil kentinde solcu bir protestocuyu yere yıkıp yüzüne vurması dolayısıyla bir askere kınama cezası verdiğinde Ben-Gvir bu cezanın haksız olduğunu savunarak Genelkurmay Başkanı Avi Kohavi’yi açıktan eleştirmişti. Bu gibi örneklerin sayısı daha da arttırılabilir.

Netice olarak, milletvekili sayısı itibariyle hükümet kurmasında bir engel görülmeyen Netanyahu’nun iktidarı süresince diken üzerinde olacağı söylenebilir. Bir yandan kendi kampı lehine belli tavizler vermesi ülke genelinde toplumsal huzursuzluk yaratabilecek öte yandan ise dış dünyaya olumlu imaj vermek için ciddi bir çaba göstermesi gerekecek. AA

DİĞER İÇERİKLER