Ana SayfaMakalelerSavaş & BarışRusya-Ukrayna Savaşı’nın “Güvenlik İkilemi” Kavramı Çerçevesinde Analizi

Rusya-Ukrayna Savaşı’nın “Güvenlik İkilemi” Kavramı Çerçevesinde Analizi

Görkem Yavuz (Polis Akademisi)


I. GİRİŞ

Rusya ve Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından birbirinden ayrı ve bağımsız iki ülke olarak siyasi birliklerini yeniden kurdular. İlk on yıllık süreçte, birbirlerinin egemenlik haklarına ve güvenlik endişelerine karşılıklı olarak saygı göstermeleri; diplomatik düzeyde iyi ilişkiler kurulmasına zemin oluşturdu. Fakat 2000’li yıllardan itibaren değişen siyasi ve toplumsal dinamikler, Moskova ve Kiev yönetimlerinin birbirlerini algılayış biçimlerinde bazı hayati değişikliklere yol açtı. Vladimir Putin’in iktidara gelmesiyle birlikte yeni bir şekillenme sürecine giren Rusya, Sovyetler dönemindeki siyasi yapılanmaya referansla, yeniden Ukrayna’yı Rusya’nın tarihi nüfuz alanının bir parçası olarak görmeye başladı. Dahası, yine aynı dönemdeki yayılmacı ve müdahaleci dış politikayı kamçılayan Brejnev Doktrininin etkileri Putin liderliğindeki yeni Rusya’da da geçerliliğini korumaktaydı. Bu doğrultuda; Rusya’nın varlığını devam ettirdiği bir bölgede Ukrayna’nın ancak sınırlı bir egemenliğe sahip olabileceği ve bu ülkenin Batı dünyası ile kuracağı her türlü yakın temasın, Rusya’nın toprak bütünlüğü ile siyasi birliğine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanacağı her fırsatta dile getirilmekteydi. Moskova’nın Kiev üzerindeki siyasi baskısının her geçen gün artmasına sebep olan bu durum, tarihsel süreç içerisinde farklı reaksiyonlara yol açtı. Ukrayna halkı başlarda tepkisini bir dizi toplumsal ayaklanma hareketiyle göstermeye çalışırken Rusya’nın tam bağımsız bir Ukrayna önündeki en büyük tehdit olduğuna yönelik algılayış da şiddetlenerek yayılmaya başlamıştı. Yani her iki ülke de birbirini, kendi mevcudiyeti karşısında büyük bir düşman olarak görmekteydi ve bu da ikili ilişkilerde yeni bir güvenlik ikileminin doğmasını kaçınılmaz kılıyordu. 2000’lerden başlayıp 2010’lu yıllar boyunca devam eden yaklaşık yirmi yıllık süreçte; Ukrayna’nın Avrupa Birliği başta olmak üzere Batılı ülkelerle kurduğu iyi ve yakın ilişkiler Rusya tarafından “tarihi düşmanın kendi sınırlarında gezinmesi” olarak yorumlandı. Ukrayna’nın NATO’ya katılması ihtimali ise Rusya’nın ulusal güvenliğini tehlikeye atacak en büyük adım olarak görülmekteydi. İlk on yıllık dönemde, bu güvenlik ikileminin tohumları atıldı ve Moskova yönetimi her fırsatta Ukrayna’daki hükumetleri baskı altına almaya çalıştı. Sonraki on yıllık sürecin ilk yarısında gündeme gelen 2014 Kırım İlhakı ise Ukrayna-Rusya Savaşı’nı resmi olarak başlatan en önemli somut gelişme oldu.

II. DAĞILMA SONRASI DÖNEMDE RUSYA VE ESKİ SOVYET COĞRAFYASI ARASINDAKİ İLİŞKİLER

2.1 Rusya-Ukrayna İlişkileri

1991’de Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasının ardından aynı dini, kültürel ve etnik değerleri paylaşan Ukrayna ile Rusya arasındaki ilişkiler uzun bir süre boyunca yakın çerçevede devam etti. 1994 yılında Ukrayna’nın nükleer silahların kullanımına kısıtlama getiren anlaşmaya taraf olarak elinde bulundurduğu eski Sovyet nükleer silahlarını imha etmesi ve bunun karşılığında Rusya’nın da Budapeşte Muhtırası aracılığıyla Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini korumaya yönelik teminat vermesi, güvenliğe dayalı sorunları ortadan kaldırarak ikili ilişkilerin güçlenmesine olanak sağladı. 1999 senesindeki Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı zirvesinde Rusya’nın “her üye devletin kendi güvenliğini ilgilendiren konularda (ittifak anlaşmaları da dahil olmak üzere) gerekli düzenlemeler yapma ve uygulama hakkı vardır[1] ilkesini kabul etmesiyle de Ukrayna’nın siyasi ve askeri konularda bağımsız bir devlet olmanın doğası gereği kendi kararlarını alabileceği onandı.

2.2 Rusya’nın Eski Sovyet Coğrafyasında Güvenlik Tehdidi Olarak Algılanmaya Başlaması

Her ne kadar Ukrayna ve Rusya arasındaki ilişkiler iyiye gitse de 90’lı yıllar boyunca Rusya’nın taraf olduğu bazı askeri karışıklıklar (1992-93 Abhazya Savaşı ve 1994-96 Birinci Çeçen Savaşı); eski Varşova Paktı ülkelerinden Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya gibi devletlerin tepkisini çekti. Söz konusu savaşların ve Rus saldırganlığının kendi bölgesel güvenliklerini de tehdit ettiğini dile getiren bu ülkeler, 1999-2004 dönemi arasında NATO’ya katıldılar. Rusya ise bu genişlemeyi, Batı dünyasının Soğuk Savaş döneminde NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair verdiği gayri resmi teminatın ihlali olarak nitelendirdi. Baltık Devletleri veya diğer Doğu Avrupa ülkelerine nazaran Rusya için daha fazla önem arz eden Ukrayna ise bu tarihten itibaren Batı ve Rusya arasında bir güç mücadelesine dönüşerek Rusya’nın siyasi baskısını arttırdığı bir bölge haline geldi.

III. YENİ YÜZYILDA RUSYA-UKRAYNA İLİŞKİLERİ

3.1 İlk yıllardaki Ukrayna iç siyasetine yönelik Rus baskısı

2004 Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Rusya’nın müdahale etmesi, Ukrayna halkı tarafından tepkiyle karşılandı ve ülke çapında iki ay sürecek olan Turuncu Devrim’e yol açtı. Devrim sonrasında Ukrayna Anayasa Mahkemesi’nin ilk sonuçları geçersiz ilan etmesiyle birlikte seçimler tekrarlandı ve yönetime kamuoyunun büyük oranda desteğini kazanan Viktor Yuşçenko geldi. Rusya ise çoğunluğu eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerde patlak veren Renkli Devrimlerin bir parçası olarak kabul ettiği Turuncu Devrim’in; Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki Batılı devletler tarafından, Rusya’nın komşu olduğu coğrafyalardaki siyasi istikrarı baltalayarak Rusya’nın milli güvenliğini tehdit etme hedefleri doğrultusunda çıkartıldığını öne sürdü.[2] 2008 yılında düzenlenen Bükreş Zirvesi’ndeyken dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı George W. Bush’un Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya dahil edilmesini öngören teklifi ise -bunun Rusya’yı daha fazla kışkırtabileceği düşüncesiyle- Batı Avrupalı üye devletler tarafından reddedildi. Putin’in de bu iki ülkenin NATO’yla olası bir iş birliğine kesinlikle karşı çıktıklarını dile getirmesi; yeni yüzyılda Gürcistan ve Ukrayna’yı Rus dış politikasının en önemli parçası haline getirdi.

3.2 Ukrayna-Batı yakınlaşması ve Rusya’nın askeri müdahaleleri

2004 seçimlerinde Rusya tarafından desteklendiği bilinen fakat o dönem patlak veren Turuncu Devrim dolayısıyla makamdan uzaklaştırılan Viktor Yanukoviç, 2010 yılında düzenlenen seçimlerde yeniden cumhurbaşkanı seçilerek göreve geldi. Yanukoviç, kendinden önceki hükumet tarafından 2012 yılında süreci başlatılan “Ukrayna-Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması”nı imzalamayı reddederek Rusya ve Avrasya Ekonomik Birliği ile olan ilişkilere ağırlık verdi. Anlaşmanın reddini Rusya’nın baskılarına bağlayan Ukrayna halkı, Kasım 2013’te Euromedian protestolarını başlatarak ülke çapında bir isyanın fitilini ateşledi. Onur Devrimi adı altında şubat ayının sonuna kadar devam eden protestolar neticesinde ise Ukrayna Parlamentosu’ndan (Verkhovna Rada) Yanukoviç’in görevden azlini onaylan bir karar çıktı. Yanukoviç, Kiev’den kaçarak Harkov’a sığınmasına rağmen Kırım başta olmak üzere ülkenin ağırlıklı olarak Rusça konuşan kesimlerinden büyük bir destek gördü. Kırım Yarımadası üzerinde çıkan karışıklıkları fırsat bile Rus hükumeti ise 2014 yılında Kırım’a çıkartma yaparak ve Donbas bölgesindeki savaşa destek vererek Ukrayna’nın doğusunda ciddi bir askeri nüfuz kazandı. Rusya ayrıca Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da etkin bir rol üstlendi. Eylül 2014 ve Şubat 2015’te imza sürecine girilen Minsk Anlaşmaları, Rusya ve Ukrayna arasındaki anlaşmazlıkların çözümü noktasında bir alternatif olarak görülmesine rağmen kayda değer bir başarıya ulaşamadı. Rusya, Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk’ın özerk statüsünü tanımasını ön koşul olarak sunarken; Ukraynalı politikacılar arasında halen Amerika Birleşik Devletleri taraftarı isimlerin yer almasını eleştirerek böyle bir durumda Ukrayna ile asla anlaşmaya varılamayacağını dile getirdi. 2022 yılına kadar ilişkiler görece dondurulmuş olarak devam ederken Vladimir Putin’in Ukrayna’nın devlet olma vasfını sorguladığı ve ülkenin neo-Naziler tarafından yönetildiğini ifade ettiği konuşması ikili ilişkilerdeki gerilimi tırmandırdı. Putin ayrıca, NATO’nun 2000’lerin başından beri doğuya doğru genişleyerek Rusya’nın milli güvenliği için bir tehdit oluşturduğunu söyledi ve Ukrayna’nın ittifaka katılmasının kalıcı olarak engellenmesini talep etti. Bu gelişmeler Batılı ülkeler tarafından Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmayı planladığı yönünde yorumlandıysa da Rus yetkililer savaşın başlangıcına kadar bu iddiaları kabul etmedi. 21 Şubat 2022 tarihinde, Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri Rusya tarafından resmen tanındı. Ertesi gün ise Rusya Federasyon Konseyi’nin yurtdışında askeri güç kullanımına izin vermesiyle birlikte Rus birliklerinin Donbas bölgesine çıkarma yapmasının önü açıldı. 24 Şubat sabahı Rusya devlet başkanı Vladimir Putin tarafından yapılan açıklamada “Ukrayna’yı askerden ve Nazilerden arındırmak için özel bir askeri operasyon başlatıldığı” ilan edildi. Böylece yaklaşık 20 yıldır güvenlik endişelerinden beslenerek büyüyen siyasi gerilim askeri bir çatışmaya dönüşerek içinde bulunduğumuz yüzyılın en sıcak ve ses getiren savaşlarından biri haline geldi.

IV. TARAFLARIN DUYDUĞU KAYGILARIN VE SAVAŞIN MEŞRULAŞTIRILMASI

Bu noktaya kadar yapılan analizde, Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkinin dinamikleri değerlendirilmiş ve tarihsel süreç içerisinde bu ikili ilişkide yaşanan gelişmeler özetlenmiştir. 2014 yılında Kırım’ın işgaliyle başlayan ve Şubat 2022 tarihinde bütünüyle bir savaşa dönüşen bu krize yol açan en önemli sebebin ise bir güvenlik ikilemi olduğu düşünülmektedir. Analizin son aşaması olarak, tarafların birbirlerine karşı duydukları endişelerin meşruiyeti hakkında bir çıkarım yapılması ve bu sorunun nasıl giderilebileceği hakkında bir öngörüde bulunulması elzemdir. Bu doğrultuda öncelikle şunu ifade edebiliriz ki; bağımsız iki devletten birinin, diğerinin siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak şekilde davranması uluslararası hukukun genel prensipleri çerçevesinde kabul edilemez bir durumdur. Bütün devletlerin tartışmasız olarak eşit olduğu kabulüne dayanan uluslararası hukuk; tarafların birbirlerine karşı güç kullanımını ve birbirlerinin iç işlerine müdahalesini yasaklayarak her devletin aynı haklar çerçevesinde kendi kararlarını verme özgürlüğü olduğu inancına dayanır. Dolayısıyla Rusya’nın Ukrayna’daki iç siyasete yönelik baskılayıcı tutumları ve devamında gerçekleşen toprak işgalleri genel bağlamda kabul edilebilir değildir. Zaten Ukrayna’nın işgalin haksızlığıyla alakalı argümanları da bu ilk bakış açısına dayanmaktadır. Öte yandan, Rusya’nın Ukrayna üzerinde tarihten gelen ve ortak kültürel bağlarla güçlenen bir nüfuza sahip olduğu söylenebilir. Bu nüfuz ise Rus bakış açısının Ukrayna’yı kendi dış politikasından ve ideolojik görüşlerinden bağımsız bir ülke olarak görmesini zorlaştırmaktadır. Rusya’nın ulusal güvenliği Ukrayna’nın Batı’yla kurduğu ilişkilerle orantılı olarak etkileneceği için NATO veya Avrupa Birliği benzeri bir Batı merkezli organizasyonun Ukrayna iç politikasına doğrudan müdahale hakkına sahip olduğu bir ilişki sisteminin hayata geçirilmesi mevcut koşullar gözetildiğinde imkânsız hale gelmektedir. Ukrayna’nın yeniden toprak bütünlüğünü kazanması ve yerel düzeyde siyasi istikrarını sağlayabilmesi adına Batılı devletlerin bu ülke sınırları içerisindeki her türlü faaliyetinin sonlandırılarak Rusya’nın önceden beyan ettiği güvenlik tehdidinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Dolayısıyla Ukrayna’nın NATO ve AB başta olmak üzere her türlü siyasi ve askeri örgütle ilişkisinin kesilip ülkenin Rusya ile Batı arasında silahsızlandırılmış bir tarafsız bir bölge olarak varlığına devam etmesi en mantıklı seçenek gibi durmaktadır. Devlet kurumlarının Rusya’nın güvenliği önünde herhangi bir sorun teşkil etmeyeceği şekilde yeniden inşa edilmiş bir Ukrayna’nın; bölgedeki ekonomik ve siyasi istikrara yeniden ulaşılması yolunda katkı sağlayacağı düşünülmektedir.

V. SONUÇ

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonraki ilk on yıllık süreçte, her iki ülkenin de ortak güvenliği tehlikeye atacak davranışlardan kaçınmasıyla birlikte karşılıklı güvenlik endişeleri asgari seviyeye indirilmiş ve böylece Rusya-Ukrayna ilişkileri olumlu bir düzlemde ilerleme fırsatı bulmuştur. Fakat 2000’lerin başından itibaren ülkenin yerel ve uluslararası siyaseti üzerindeki Rus etkisinin giderek artması, başta Ukrayna toplumu nezdinde büyük tepkilere yol açmıştır. Ukraynalı politikacılar da Ukrayna’nın egemenlik haklarının Rusya tarafından gasp edildiği bir ilişki içerisinde olmak yerine Ukrayna’ya eşit bir devlet muamelesi yapılan Batı tarafını tercih ederek Avrupa Birliği ve NATO ile daha yakın temaslar kurmak istemişlerdir. Böylece Ukrayna, Batılı devletler ile hala Sovyet ideolojisinin etkisinde kalarak yönetilen Rusya arasında bir güç mücadelesine zemin olmuş ve her iki blokun da kendi tarafında yer almasını istediği bir ülke haline gelmiştir. Batı ile Ukrayna arasındaki bu yakın temasların Rusya’nın ulusal güvenliğine bir tehdit oluşturduğunu dile getiren Rus yetkililer ise ikili ilişkilerinin bozulma trendine girmiş olmasından Avrupa yanlısı Ukraynalı politikacıları sorumlu tutmuşlardır.

Yapılan analiz sonucunda; geçmişi 20 yıllık bir sürece dayanan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın asıl sebebinin iki ülkenin birbirine olan güvensizliği sonucunda ortaya çıkan güvenlik ikilemi olduğu saptanmıştır. Ülkeleri sürekli olarak karşıdaki tarafın niyeti hakkında şüpheye düşüren ve bunun neticesinde de muhtemel bir savaş doğuracak olan silahlanma yarışını kaçınılmaz kılan bu ikilem; 2014 yılında Kırım’ın işgaliyle başlayan ve 2022 itibarıyla topyekûn bir çatışma halini alan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın temelinde yatan en önemli dinamiktir. Bu güvenlik ikilemini ilk olarak ortaya çıkartan gelişmenin Rusya’nın müdahaleci eylemleri olduğu düşünülürse, Putin yönetiminin kendi kaygılarını meşrulaştırma noktasında hiçbir haklılık payı bulunmadığı gözlemlenebilir. Çünkü uluslararası hukukun temel ilkeleri gereğince başka bir ülkenin egemenlik haklarını yok sayarak iç ve dış ilişkilerine müdahalede bulunmak kabul edilebilir veya gerekçelendirilebilir bir davranış değildir. Fakat Ukrayna’nın, Rusya tarafından güvenlik tehdidi olarak nitelendirilen eylemlerini ısrarla sürdürmesi ise Rusya’ya bu olayları savaş sebebi (casus belli) çerçevesinde değerlendirilerek askeri faaliyetlerini meşrulaştırma olanağı vermektedir. Doğu Bloku ideolojisin maddi uzantıları ortadan kalkmış olmasına rağmen Rusya’nın benzer siyasi görüşleri devam ettirdiği açıktır ve dolayısıyla Rusya’nın kendi tarihi nüfuz alanından kopmak istemeyişi ve bu bölgede herhangi bir karşıt ideolojinin faaliyetini güvenlik tehdidi olarak algılayışı doğaldır. Bu analiz doğrultusunda, savaşın bir an önce sonlandırılıp sorunun çözüme kavuşturulması hususunda kilit noktanın Ukrayna’nın silahsızlandırılarak yeniden inşa sürecine girmesi olarak görülmektedir. Diğer bir deyişle; Ukrayna’nın eski toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine erişmesinin en kolay yolu, Rusya’nın güvenlik tehdidi olarak beyan ettiği durumlara yol açacak olan her türlü Batı yakınlaşmasından vazgeçilip eski statükonun korunmasına yönelik girişimlerde bulunulmasıdır.

KAYNAKÇA

Arakelyan, L. (2018). Russian Foreign Policy in Eurasia: National Interests and Regional Integration. Routledge.

Eugene, R. (2018). Russian Foreign Policy Beyond Putin. Routledge.

Robert, R. (2022, Mart 1). The Return of the Brezhnev Doctrine. Green European Journal.

Velychenko, S. (2007). Ukraine, the EU and Russia: History, Culture and International Relations. Palgrave Macmillan UK.


[1] 1999 İstanbul Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Tüzüğündeki II. başlığının 8. maddesinde yer alan ifade.

[2] İlerleyen yıllarda Vladimir Putin, 2011-13 yılları arasında ülkesinde meydana gelen protestoların, Rusya’da da bir renkli devrim çıkarmaya yönelik olduğunu savundu.

DİĞER İÇERİKLER