Ana SayfaMakalelerSavunmaSınır Güvenliği ve Göç Olgusu

Sınır Güvenliği ve Göç Olgusu

Doç. Dr. Mehmet Levent YILMAZ
Arş. Gör. Birce BEŞGÜL
Arş. Gör. Emre ÖZTÜRK


Sınır güvenliği her ne kadar geçmiştekine kıyasla daha farklı unsurları da içine alacak şekilde genişlemiş bir kavram olsa da, yeni bir kavram değildir. İlk olarak Roma İmparatorluğu döneminde gündeme gelmiş, Orta Çağ’da krallar ve monarşiler döneminde köle ve tüccar hareketleri ile devam eden ve Afrika’dan dünyanın farklı ülkelerine köle işçilerin yayılmasıyla önemli bir konu olarak ortaya çıkan bir kavramdır. Vestfalya Barış Antlaşması ile birlikte ulus devletlerin doğuşu ve 1815 Viyana Kongresi ile Napolyon sonrası dönem için sınırların belirlenmesi sınır güvenliği kavramının tarihi arka planını oluşturmaktadır. Aynı zamanda sınır unsuru tarihsel olarak bölgeselleşme, sınıraşırılaşma, uluslararasılaşma veya küreselleşme olarak tanımlayabileceğimiz kavramların da literatüre girmesine neden olmuştur.

Sınır ve sınır güvenliğine ilişkin çalışmalar son dönemde artan iç savaşlar ve yoğunlaşan göç hareketleri ile beraber daha önemli hale gelmektedir. Öte yandan küreselleşme sürecinin devlet kavramının tanımının da yeniden ele alınması gerektiğini bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Ancak tüm kavramsal değişimlere rağmen devletlerin egemenlik yaklaşımı gereği ülke sınırları korunması gereken kutsal bir değer olmaya devam etmiştir. Sınır kavramının soyut, sadece siyasi haritayla gösterilen ruhsuz bir alan olmadığı bilinmelidir.

Güvenlik ve sınır meseleleri, terörizmin ve göçün etkin ve belirleyici olduğu 19. Yüzyılda devletlere ihtiyaç ile ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere sınır ihlalleri sadece askeri gerekçelerle meydana gelmemektedir. Düzensiz göç hareketleri, kaçakçılık ve terör gibi faaliyetler sınır ihlalleri konusunda askeri gerekçelerin ötesine geçmektedir. Bu durumda sınır güvenliğine ilişkin çalışmaların devletler arası koordinasyon gerektirdiği de açık bir gerçektir. Ancak bazı durumlarda devletler arası ilişkilerin doğası iş birliğine imkan tanımadığı gibi sorun yaşanan ülkeye yönelik sınır ihlallerinin desteklendiği de gözlemlenebilir.

Sınır güvenliği denildiğinde genellikle akla sadece karasal sınırlar gelir. Oysa devletlerin hava, deniz ve hatta toprak altı sınırları olduğunu da unutmamak gerekir. Dolayısıyla sınır güvenliğine ilişkin çalışmaların sadece kara sınırları odaklı olmaması ve özellikle son dönemdeki düzensiz göç hareketleri de göz önüne alındığında deniz ve hava sahalarına ilişkin çalışmalara ağırlık verilmesi de gerekmektedir. Ayrıca 21. Yüzyılda sınır sorunlarının gittikçe hibrit bir karakter kazandığı yani aynı anda farklı nitelikleri barındırdığı ve birbiriyle bağlantılı olduğu görülmektedir. Bu dönemde sınırların hibrit olduğu da düşünülmelidir.

Sınır güvenliği ve sınır güvenliğine ilişkin çalışmalarda güvenlikleştirme kavramı da son dönemde sıkça kullanılmaktadır. Güvenlikleştirme kuramı en temel anlamda gündelik yaşama dair bir hususun varoluşsal bir tehdit haline getirilmesini ve belli bir süreç sonunda da söz konusu meselenin bir güvenlik tehdidi haline gelmesi durumunu ifade eden bir teoridir.

Öte yandan göç olgusuna bakıldığında güvenlik anlayışının değişmesiyle beraber güvenliğe tehdit oluşturan bir unsur olarak ele alınmaya başladığı görülmektedir. Örneğin bugün Avrupa’nın uyguladığı katı sınır politikasını tetikleyen unsurları göçün güvenlikleştirilmesi temelinde ele almak mümkündür. Bununla beraber Batı dünyasındaki temel problemin giderek artan “kurumsal ırkçılık” olduğu da ifade edilebilir. Bu yeni ırkçılık yaklaşımı üç aşamada gerçekleşmiştir. İslamofobi de indirgemeci bir bakış açısıyla kültürel ırkçılığın bir türü olarak görülmeye başlamıştır. Öteki ve grup dışı sayılma süreci söz konusu olmuştur. Bu grup dışı görülen, öteki (sosyolojik anlamda karşıdakini kendinin eksik hali olarak görülen) olarak addedilenlerin grup içi görülenlerden daha aşağı bir seviyede görülmesi de göçün güvenlikleştirilmesi sürecine etki eden bir yaklaşımdır.

Göçün çeşitli haklı nedenlerle bu denli güvenlikleştirilmesi meselesi Türkiye’nin de sınır komşularında yaşanan olumsuz gelişmelere kayıtsız kalamayacağı bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Zira 1990’lardan itibaren Irak’ta devlet otoritesinin ortadan kalktığı, radikal gruplar ve terör örgütlerinin zemin bulduğu, sınır aşan hedeflere sahip olan ve sınır ötesi terör eylemleriyle Türkiye’nin doğrudan güvenliğini hedef aldığı bir durum söz konusuydu. Savaşla birlikte 2011 sonrasında buna Suriye de eklenmiştir. Bölgede ortaya çıkan güvenlik risklerinin ilk hedefi ise Türkiye olmuştur.

Suriye’de yaşanan krizin beklenenden uzun sürmesinin doğurduğu sonuçlardan bir diğeri ise göç hareketleridir. Suriye’de yaşanan savaş belki de siyasi tarihin en büyük göç hareketine neden olmuştur. Bu göç hareketinin yöneldiği ilk hedef elbette komşu ülkeler, özellikle de Türkiye olmuştur. Bu durum Türkiye’nin aşağıda belirtilen ve uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak sınır ötesi operasyon yapmasını gerekli kılmıştır. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlar sırasında uyması gereken uluslararası hukuktan kaynaklanan ilkeler de bulunmaktadır.

Bunlar;

• Gereklilik ilkesi: Ülkeye yönelik bir saldırı olma durumudur.

• Aciliyet ilkesi: Ülkeye dönük saldırı ile ülkenin verdiği cevap açısından zamanlama açısından bir kopukluk olmaması durumunu ifade eder.

• Orantılılık ilkesi: Meşru müdafaa kapsamında kullanılan gücün doğrudan kaynağa yönelmesi, daha geniş bir hedefi kapsamaması durumudur.

Türkiye sınır ötesi operasyonlarla bölgenin güvenliğini tesis etmeye yönelik adımlar atmasına rağmen Suriye İç Savaşı’nın oluşturmuş olduğu göç dalgası neticesinde 9 Aralık 2020 itibariyle 5.583.411 kişi ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştır. Bunlar arasından resmi kayıtlara göre 3.638.420 kişi sadece Türkiye tarafından ağırlanmaktadır ve bu rakam toplam kayıtlı göçmen sayısının %65’inden fazlasını oluşturmaktadır.

Yaşanan iç savaş sadece göç dalgasına neden olmamıştır. 2011 yılında Suriye’de iç savaşın patlak vermesinin ardından ise terörizm çalışmalarına yabancı terörist savaşçı kavramı girmiştir zira gerek Suriye’de gerekse Irak’ta devam etmekte olan çatışmalara katılmak üzere Batılı devletlerin de aralarında bulunduğu birçok farklı ülkeden katılımların olduğu görülmüştür. Bunların bir kısmı dini öğretilerin yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkan ve dini istismar eden terör örgütleri olarak tanımlayabileceğimiz gruplara katılmak üzere bu çatışma bölgelerine gelirken, bir kısmının motivasyonunu da radikal sol ideoloji veya başlı başlına heyecan ve macera arayışı oluşturmuştur. Özellikle Batılı ülkelerden Suriye’deki PYD/YPG terör örgütü saflarına katılmak üzere gelen yabancı terörist savaşçılarda bu ikinci motivasyonun görüldüğü bilinmektedir. Söz konusu yabancı terörist savaşçılarla mücadele noktasında da doğrudan girişimlerde bulunan Türkiye Doğu ve Batı’yı birbirine bağlayan bir köprü şeklindeki coğrafi konumu itibariyle de ulusal ve uluslararası güvenliğin sağlanmasında büyük tehlike oluşturan ve ülkelerin sosyal ve ekonomik düzenini olumsuz yönde etkileme potansiyeline sahip yasadışı göç hareketlerinde transit ve hedef ülke konumunda yer almaktadır.

Ülkemizin hedef ülke konumuna gelmesiyle göçmen kaçakçılığı suçunda da son yıllarda ciddi gelişmeler görülmüştür. Polis sorumluluk bölgesinde 2018, 2019 ve 2020 yıllarında meydana gelen göçmen kaçakçılık verilerine bakıldığında;

• 2018 yılında olay sayısı 1.975 iken 2019 yılında bu rakam 2.950’ye yükselmiştir.
• 2018 yılında yakalanan organizatör sayısı 3.219 iken 2019 yılında 4.883 organizatör yakalanmıştır.
• Tutuklu sayılarında da benzer bir artış görülerek 2018 yılında 717 olan tutuklu sayısı 2019 yılında 1.399’a yükselmiştir.
• Son olarak yakalanan düzensiz göçmen sayısı ise 2018 yılındaki 43.321’den 2019’da 54.719’a yükselmiştir.
• 14 Aralık 2020 itibariyle 2020 yılı için mevcut verilere bakıldığında ise; 1.441 olay, 2.695 organizatör, 694 tutuklu ve 20.577 düzensiz göçmen olduğu görülmektedir.

Sınır güvenliğinin nasıl oluşturulması gerektiği konusuna gelindiğinde ise, oluşturulacak sınır güvenliği stratejisinin coğrafi unsurları, politik unsurları, yukarıda da bahsedilen tarihsel arka planı ve günümüzde sürekli bir değişim ve gelişim içinde olan tehdit unsurlarını hesaba katan bir strateji olması gerektiği söylenebilir. Sınır güvenliğini uluslararası ilişkiler disiplininde de sıkça kullanılan uluslararası sistem, devlet, toplum ve birey şeklindeki analiz seviyelerinde ele alabiliriz. Öncelikle uluslararası sistem seviyesinde sınır güvenliği konusunun BM Terörizmle Mücadele Ofisi, Uluslararası Göç Örgütü, Dünya Gümrük Örgütü, INTERPOL, AGİT, AB, NATO ve benzeri uluslararası örgütlerce kısıtlı şekilde ele alındığı görülmektedir, zira doğrudan sınır güvenliğine odaklanan yekpare bir uluslararası örgüt bulunmamaktadır.

Raporun tamamını okumak için tıklayın.

DİĞER İÇERİKLER