Suudi Arabistan ile İran arasında varılan anlaşma, Orta Doğu’daki krizlerin çözümü konusunda atılmış önemli bir adım olmasının yanı sıra Çin’i Körfez bölgesinde ABD’ye alternatif başat bir rol oynamaya taşımış gibi görünüyor.
İki ülke arasında Çin’in arabuluculuğunda 10 Mart’ta varılan anlaşmayla 7 yıl aradan sonra diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılacağı duyuruldu. Ancak bununla sınırlı değil. Söz konusu anlaşma, diplomatik boyutunun ötesinde ekonomik ve güvenlik gibi alanlarda da geniş bir ortaklığa kapı aralıyor.
Arap dünyasında Suudi Arabistan ile İran’ın destekçileri arasında yaşanan kutuplaşmanın bu anlaşmayla biraz olsun azalması ve Yemen, Lübnan ve bir dereceye kadar da Suriye’deki krizlerin çözümüne katkı sağlaması bekleniyor.
Çin’in ise Orta Doğu ve Körfez bölgesinin iki önemli gücü arasında böyle bir anlaşmaya ön ayak olarak önemli bir diplomatik başarı kazandığı ifade ediliyor.
Çin, bölgedeki iki rakibi uzlaştırarak elini güçlendirdi
Hem Suudi Arabistan’ın hem İran’ın en büyük ticari ortağı olan ve bu iki ülkeyle “kapsamlı stratejik ortaklık” bağları bulunan Çin’in, bu iki “amansız” rakip arasında uzlaşı sağlamadan bu ortaklığı daha ileriye taşıması mümkün değildi.
Riyad ve Tahran arasında daha önce Irak ve Umman arabuluculuk yapmış olsa da dünyanın en büyük iki petrol ihracatçısı arasındaki bu gerilimi sonlandırmak Çin’e nasip oldu.
Seçim kampanyası sırasında Suudi Arabistan’ı “dışlanmış devlet” haline getirmekle tehdit eden Joe Biden’ın ABD Başkanı olmasının ardından, Suudi Arabistan, Aralık 2022’de Çin ile kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı.
O dönem, “Suudi Arabistan ABD’ye alternatif olarak Çin’i kendine müttefik olarak mı seçiyor?” sorusu sorulmuş ancak buna olumsuz cevap verilmişti.
Zira 2020’de 25 yıllık ticari ve stratejik işbirliği anlaşması imzaladığı Tahran yönetimiyle de önemli bir ortaklığı bulunan Çin’in, İran’la bir savaş çıkması durumunda tamamen Riyad’dan yana tavır sergilemesi söz konusu olamazdı.
Pragmatik bir politika izleyen ve ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları hiçbir tarafı kızdırmadan kendi lehine döndürmeyi başaran bir ülke olarak Çin’in, Körfez bölgesindeki en büyük iki stratejik ortağı arasında seçim yapması mümkün değildi.
ABD, Riyad’ın gözünde “güvenilir müttefik” vasfını kaybetti
ABD’nin Körfez’in güvenliğini sağlama yükümlülüğü, Mart 2022’de Suudi Arabistan’ın petrol tesisleri insansız hava araçları tarafından vurulduğunda çetin bir sınav verdi.
Saldırıları Yemen’deki Husiler üstlense de doğrudan ya da dolaylı olarak bu işte İran’ın parmağı olduğu iddia edildi.
ABD’nin bu saldırılara verdiği “isteksiz” tepki, Suudi Arabistan’ın, Washington yönetiminin güvenilir bir müttefik olmadığını anlamasını sağladı.
Bu durum Suudi Arabistan’ın doğuda Çin’e meyletmesine zemin hazırladı ve söz konusu saldırıdan 6 ay sonra iki ülke arasında stratejik ortaklık anlaşması imzalandı.
Bu anlaşma başlangıçta İran’ı, Çin’le olan stratejik ortaklığına zarar vereceğini düşünmeye itmiş olsa da sonuçta, iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması sağlandı.
Anlaşmanın kaybedeni ABD
Şüphe yok ki, ABD, Suudi Arabistan ile İran arasında Çin arabuluculuğunda varılan anlaşmanın meydana getirdiği sarsıntıdan en çok etkilenen ülke oldu.
Bu anlaşma, ABD’nin, “Suudi Arabistan’ı İran tehdidinden koruma” kozunu elinden alacak ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan, Fas, Somali ve Cibuti gibi ülkelerin de İran’la diplomatik ilişki kurmasıyla ABD’nin İran etrafında ördüğü duvar zayıflayacak gibi görünüyor.
Aynı şekilde İran’ın nükleer bomba üretme aşamasına yaklaştığı iddia edilen bir dönemde varılan bu anlaşma ABD’nin, yaptırımlar kanalıyla Tahran üzerindeki baskılarını artırma çalışmalarını ve İsrail’in de İran’ın nükleer projesine darbe indirme tehdidini sonuçsuz bırakacak.
İran ile Suudi Arabistan arasındaki anlaşmanın, Riyad ile İsrail arasındaki olası tüm normalleşme planlarını da dondurması bekleniyor.
Suudi Arabistan, ABD ve İsrail ile İran’ın karşı karşıya gelmesi durumunda topraklarının savaş alanına dönmesini istemiyor çünkü bunun faturasını en ağır şekilde ödeyeceğini biliyor.
Suudi Arabistan’ın petrol gelirlerindeki artışa rağmen 2022’de askeri harcamalarını kısması da Yemen’deki askeri nüfuzunu azaltma ve küresel ekonomik konumunu güçlendirmeyi amaçlayan 2030 vizyonu üzerine yoğunlaşmayı istediğini gösteriyor.
Çin ise Suudi Arabistan ve İran’ı ticari ilişkilerde, özellikle de petrol alışverişinde Çin yuanı kullanmaya ikna edebilirse bu ABD dolarına vurulmuş büyük bir darbe olacak. Bu da doların diğer para birimlerine karşı işlem hacmini geriletecek ve çok kutuplu bir dünyanın önünü açacak.
Bu durum, ABD’yi, İran-Suudi Arabistan anlaşmasını akamete uğratmak için çalışmaya ve iki ülke arasındaki anlaşmazlık noktalarını kullanmaya itecektir.
Zira, Suudi Arabistan, söz konusu anlaşmadan kısa süre önce İran’la nükleer anlaşmayı eleştirmiş ve bunun komşu ülkelerin endişelerini giderecek şekilde olması gerektiğini ifade etmişti.
Bu sebeple varılan anlaşma Suudi Arabistan’ın İran’ın nükleer silaha sahip olmasından duyduğu korkunun giderildiği anlamına gelmiyor ancak ABD’li müttefikine anlamlı bir mesaj gönderiyor.
İran-Suudi Arabistan ilişkileri
Suudi Arabistan’da 2 Ocak 2016’da aralarında Şii din adamı Nimr el-Nimr’in de bulunduğu 47 kişi “terör” suçlamasıyla idam edilmişti.
İdamlara tepki gösteren İranlı yetkililerin peş peşe yaptığı açıklamaların ardından Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed kentindeki konsolosluk binaları İran’daki göstericiler tarafından ateşe verilmişti. Mart 2015’te başlayan Yemen’deki kriz nedeniyle zaten gergin olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler tamamen kesilmişti.
İran ve Suudi Arabistanlı yetkililer, Nisan 2021’de Bağdat’ta doğrudan görüşmeler yapmak üzere bir araya gelmiş ve Irak’ın arabuluculuğundaki görüşmeler daha sonra da devam etmişti.
Tahran-Riyad ilişkilerini normalleştirmek için 6 Mart’ta Çin’in başkenti Pekin’de Çinli yetkililerin aracılığıyla müzakerelere başlayan İran ve Suudi Arabistan, 10 Mart’ta anlaşmaya varmıştı. AA