Terörle mücadelede güvenlik – insan hakları dengesi; terörle mücadele sırasında insan haklarının güvenlik beklentisi ile gözden çıkarılmamasına / taviz verilmemesine ve aynı şekilde, insan hakları hassasiyetlerinin güvenlik zafiyeti doğurmaması için mücadele yöntemlerini ve bu yöntemlerin kullanım sınırlarını belirlemek anlamına gelmektedir.
Bu dengenin hangisi lehine dönüştüğü rejimin nitelikleri ile yakından ilgilidir. Ancak demokratik ve gelişmiş toplumlar bu dengenin insan hakları ayağına uygun politikaların peşine düşmüşlerdir. Otoriter/totaliter ve zorba devletlerin demokratik olmak gibi bir iddiaları olmadığı gibi güvenlik ve insan hakları dengesini gözetecekleri de yoktur.
Terörle mücadelede temel sorun mücadelenin başarılı olup olmayacağı değil devletlerin terörle mücadele ederken bir taraftan insan haklarını korumaya devam edip edemeyeceğidir. Bu konuda iki temel görüşten bahsedebiliriz. Birinci görüşe göre, bireysel hak ve özgürlüklerin yüksek seviyede tutulması ve korunması devletleri tehdide açık hale getirir ve etkin bir mücadele yürütmelerini engeller. Bu nedenle terörle mücadele dönemlerinde hak ve özgürlüklerin kısıtlanması kaçınılmazdır. Diğer görüş ise, bireysel haklardan taviz verilmeye başlanmasını devletlerin otoriterleştiğinin göstergesi olarak kabul etmekte ve bunun toplumda yeni mağduriyetler yaratarak terör sorununu çözmek yerine daha kötüye götürdüğünü ileri sürmektedir. Bu noktada esas dikkate alınması gereken konu yapılan kısıtlamalar değil, çünkü hemen her Hükümet bazı kısıtlamalar getirebilir, önemli olan husus yapılan düzenlemelerin kapsamıdır.
Uluslararası hukuk terör eylemlerinin kanunsuzluğunu tanımasına rağmen, uluslararası düzlemde ülkelerin terörist eylemlerle mücadele çabalarını düzenleyecek bir yasal çerçeve henüz gelişmemiştir. Bu tür bir düzenlemenin önündeki engeller dikkate alındığında yakın gelecekte ortak bir çerçevenin ortaya çıkma olasılığı zayıf görünmektedir. Buradaki en büyük zorluk bir taraftan terörün ve teröristin tanımlanması, diğer taraftan bazı ülkelerin bu gruplarla ilişkileri nedeniyle bağlayıcı düzenlemelerden kaçınmalarıdır.
Ulusal düzeye baktığımızda ise terör eylemlerinin önlenmesi ve sorumluların cezalandırılması büyük ölçüde mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde gerçekleştirilmekle birlikte çoğu ülkede terör tehdidinin ortaya çıkmasının ardından bazı olağanüstü düzenlemeler yapılmış ve bu yasalar çerçevesinde bireysel hak ve özgürlüklerin bir bölümünün sınırlı sürelerle kısıtlanması kabul edilmiştir. Sınırlı sayıda hakkın şartlar zorunlu kıldığında kısa süre için kısıtlanması genellikle uluslararası hukuk tarafından da kabul edilen bir durumdur.
Terör tehdidiyle karşı karşıya olan ülkelerde insan haklarına geçici ve sınırlı kısıtlamaların getirilmesi uluslararası hukuk tarafından da kabul edilen bir düzenlemedir. Burada temel sorun bu kısıtlamaların kapsamı ve tehditle bağlantısıdır. Devletlerin ne yapıp ne yapamayacaklarını belirleyebilmek için öncelikle terör tehdidini tanımlamamız ve bu tanım çerçevesinde yasal sınırlamaları belirlememiz gerekir. Tehdit algıyla bağlantılı olduğundan dolayı üzerinde birleşilebilecek bir tanımın ortaya çıkması oldukça düşük bir olasılıktır. Bu eksiklik devletlerin terör tanımını kullanarak muhalif hareketleri yukarıda bahsedilen özel düzenlemelerin kapsamına sokabilmesinin ve böylece barışçı muhalif hareketleri de baskı altına almasının önünü açabilecektir. Bunu önlemenin yolu bu devletlerin üye oldukları uluslararası örgütler tarafından uygulanabilecek doğrudan ve dolaylı baskılardan geçmektedir. Uluslararası örgütlerin sınırlı gücü dikkate alındığında güvenlik-haklar dengesinin sürekli insan hakları aleyhine bozulması kaçınılmaz görünmektedir.