Prof. Dr. Zakir Avşar (Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi)
Günümüz dünyasında hakikate karşı bilişsel savaşın yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandığını, insanların gerçeklerle bağlarının koparıldığını ve kendi gözleriyle gördükleri, kulaklarıyla duydukları ve hatta bazen içinde olup yaşadıkları gerçekleri bile kendilerinden istendiği gibi algıladıkları bir iklim yaratıldığını görüyoruz.
Bilişsel savaş nedir?
Bilişsel savaş nedir dediğimizde karşımıza çıkan tanım şudur: Bilişsel savaş şüphe tohumları ekmeye, ortaya birbiriyle çatışan hikayeler sürmeye, düşünceleri kutuplaştırmaya, grupları radikalleştirmeye ve onları uyum içindeki bir toplumu karışıklığa sürüklemeye veya parçalamaya sevk edecek eylemlere teşvik etmeye çalışır. Sosyal medya ve akıllı cihaz teknolojilerinin yaygın olarak kullanıldığı ülkeler bu tür saldırılar karşısında daha zayıf durumdalar. Bilişsel savaşlarda hedefe ulaşmak için sahte bilgiye ve habere ihtiyaç yoktur. Savaş, gerçeklerin çarpıtılması suretiyle de yürütülebilir.
Terör eyleminin “terör” bağlamından kopartılması sorunu
İstanbul Taksim’de PKK ve uzantıları eliyle gerçekleştirilen terör saldırısına ve sonrasında gerçekleştirilen mücadele operasyonlarına yönelik içeriden ve dışarıdan yaklaşımlar konunun pek çok boyutuyla, özellikle de “bilişsel savaş” çerçevesinde tartışılması gerekliliğini ortaya koyuyor. Dünyanın herhangi bir yerinde sivillerin yoğunlukla kullandığı bir alanda patlayan, ölümlere ve yaralanmalara yol açan bir bomba, yapanın kimliğine bakılmaksızın öncelikle “terör faaliyeti” olarak kaydedilir. Haberin dili ve kurgusuna “terörist faaliyet” vurgusu egemen olur. Akabinde bu terörist faaliyete ilişkin bulgular ele alınır. Kim tarafından ve ne amaçla yapıldığı konusunda kamuoyu aydınlatılır. Kuşkusuz, burada haberin gerçekler üzerine inşa edilmesi gerekir ki gerçeklere ilişkin bilgiler ve kanıtlar da elbette güvenlik güçlerinin çalışmaları ile ortaya çıkar ve onların açıklamaları ile kamuoyuna ulaşır. Şayet haberler gerçekler üzerine inşa edilmemiş olursa bu kez örgütlü bir yapının haberler üzerine etkili olacak şekilde medyayı kullandığına vehmedilir.
Taksim’de terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’li oldukları tespit edilen teröristlerce gerçekleştirilen terör faaliyeti sonrası bazı önemli yayın organlarının olaylara yaklaşımları ve gerçekleri bilinçli bir şekilde çarpıtma çabaları Türkiye’nin ilk kez karşı karşıya kaldığı vahim durumlar olarak ele alınamaz. Türkiye’de meydana gelen terör eylemleri, dünyanın “saygın” kabul edilen medya kuruluşları eliyle “terör” bağlamından koparılarak ve okuyucuyu olayın failinden uzaklaştıracak şekilde kamuya yansıtılıyor. Taksim saldırısı sonrası New York Times’ın Türk turizmini açıkça hedef alan haberi ve Reuters’in dezenformasyon çabası kuşkusuz ki tekil örnekler olarak değerlendirilemez. Akabinde Birleşmiş Milletler’in 51. maddesi çerçevesinde gerçekleştirilen Pençe Kılıç Harekatı’na karşı yaklaşımları da, teröre maruz kalmış bir ülkenin büyük bir özenle sivilleri incitmeden teröristlerin üzerine gitmesi olarak değil de büyük bir saptırmayla “Kürtlere yönelik” olarak inşa edilmiştir.
Terör örgütü PKK’nın uluslararası basında temsili
Terörizmle ilgili kavramların haber metinlerinde kullanılması konusunda, farklı ülkelerin medya kuruluşlarının nitelendirmeleri birbirinden farklıdır. Bu kapsamda, Batı medyasının Türkiye’nin hassasiyet duyduğu noktalarda, yaptıkları haberlerde yanıltıcı içerikleri dolaşıma soktuğu gözlenebilir. Batı basını, haberlerde terör örgütü PKK’dan bahsederken çoğunlukla “gerillalar”, “asiler”, “savaşçılar”, “direnişçiler”, “ayrılıkçı güçler”, “Kürt savaşçılar” hatta “özgürlük savaşçıları” gibi ifadeler kullanıp “teröristler” demiyor.
Özellikle terör örgütü YPG/PKK konulu haberlerde Avrupa ve ABD medyasının son dönemde tarafsızlığını yitirdiği örnekler görülmektedir. Batı medyasının Türkiye karşıtlığının kökenleri epey geçmişe dayanıyor. Bu karşıtlığın ekonomik, siyasi, dini ve tarihi kökenleri bulunuyor. Bir terör örgütüne karşı uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak ve meşru müdafaa kapsamında yapılan operasyonlar karşısında gösterilen tepkinin aşırılığı, ancak normalin kaybedilmesiyle açıklanabilir.
Batı medyası, PKK ve Suriye’deki uzantısı PYD-YPG’nin 10-15 yaşlarındaki çocukları zorla ailelerinden kopararak devşirdiğine ve radikalleştirdiğine değinmemiştir. PKK’nın ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirerek yüz binlerce Kürdü ve Arabı sürgün ettiği, bu insanların çoğunun da Türkiye’de mülteci olarak yaşadığı bilgisini aktarmamıştır. Sivillere ait evlerin ve tarım arazilerinin teröristler tarafından yıkıldığından ve çiftçilerin hayvanlarına zorla el koyulduğundan da bahsetmemiştir. Sonuç olarak Batı medyası, haber temsillerinde terör örgütü PKK-PYD-YPG üyesi teröristleri DEAŞ ile mücadele üzerinden mitleştirmiştir.
Hatırlanırsa yabancı basın kuruluşlarının 15 Temmuz darbe girişimini ele alış biçimlerine bakıldığında da darbe girişimini ve hayatını kaybeden insanları ikinci plana iten, objektiflik ve doğru habercilik ilkeleri ile bağdaştırılması mümkün olmayan bir yayın politikası gözlenmişti.
Sonuç olarak Türkiye’ye yönelik terör haberlerinin sunumunda çok yanlı bir tutumun olduğu, hatta işin bilişsel savaş noktasına kadar vardırıldığı verdiğimiz örneklerden de açıkça görülüyor.
Sorumlu ve doğru habercilik
Elbette medya, ne radikal senaryolar üreten teröristler tarafından yönlendirilmeli ne de hükümetin ağzı gibi davranmalı ama terör olaylarını sunarken etik değerlere ve özellikle gerçeklere dikkat etmeli, terör eylemleri nedeniyle mevcut demokratik sistemin yara aldığını haberlerde vurgulamalıdır.
Terör konusunda sorumlu ve doğru bir habercilik istisnasız tüm haber kuruluşlarından beklenen en temel değerler arasındadır. Ayrıca medyanın, yayımladığı haberlerde tehlikeli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hususunda kamuyu bilgilendirmesi de yararlı olacaktır. Dolayısıyla terör olaylarına dair haberlerin sunuluşunda basının olayı kızıştırabilecek, etkileyebilecek ya da teröristlerin haber almalarını sağlayacak detayların sunumunu geciktirmesi ya da ertelemesi; haber sunumunu olayın nesnel haber değeriyle orantılı olarak ve bütüncül bir şekilde gerçekleştirmesi; çok fazla tanıtım ve reklamdan kaçınarak kanıtlanmamış söylentileri ya da ölü sayılarını bildirmemesi faydalı olacaktır. Aksi takdirde benzer eylemlere meyilli kişileri cesaretlendirmiş ya da devletin çözüm planını ortaya koyarak teröristlerin önlem almasını sağlamış olur.
Gazetecilerin müzakerelerin bir parçası ya da tarafı olmaktan kaçınması; medyanın basın havuzunu diğer haber organizasyonları ve yasal kurumlarla kolektif bir biçimde oluşturmaya gönüllü olması; haber medyasının terörizmin yüksek oranda riskler içeren ve düşük oranda başarı kazanma olasılığı bulunan bir davranış olduğunu vurgulaması; terör olaylarını görmezde gelmemekle birlikte, taleplerin yasal bir zeminde bildirilmesi gerektiği konusunda kamuoyunun eğitilmesi hususları da aynı oranda önem taşıyor.
Medyanın şiddeti estetize eden, sıradanlaştıran, olağanlaştıran bir yayıncılık anlayışını terk etmesi önemli. Bu tür bir yayıncılık, sorunların kaba kuvvet ve bireysel kahramanlıklarla çözülebileceği yanılgısı yaratıyor. Dezenformasyon ve manipülasyon da haber dilinin oluşturulması sürecinde görülen en büyük tehlikelerden. Terör haberlerindeki etik ihlallere her gün bir yenisinin eklendiğini söylemek abartılı olmayacaktır. Bu etik ihlallerin yanı sıra, yeni medya düzeninin bir sonucu olarak bizzat teröristlerce yönetilen medya kuruluşlarının varlığı yeni sorunları beraberinde getiriyor. Terör konusunda ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarını bağlayıcılığı olan evrensel etik kuralların oluşturulmasına ihtiyaç duyuluyor. Bu kapsamda düzenlenecek geniş katılımlı çalıştaylar fayda sağlayabilir. AA